Pencerelerden seyretmek
Hâdiselerin gelişmesi ve yayılması asrımıza yaraşır bir sür’atte cereyan ediyor: Daha birini kavrayamadan, tahlîl edemeden bir dîğeri ortaya çıkıyor… Tâbir yerinde ise, insanlar bombardımana uğruyor. Kaçmak, sakınmak, saklanmak mümkün değil! Allah, ülkesi gerçek harp içinde olanlara yardım eylesin.
Beşerin bu keşmâkeş içindeki acınacak durumu, hassâsiyeti ziyâde olan insanlarda derin yaralar açıyor. Bu musîbetlerin sebebi ne ve kim olursa olsun, sıçrayan kıvılcımlar rastgeldiği gönüllerde yangınlar çıkarıyor.
İnsana âcizliğini ve çâresizliğini ihtâr etmesi gereken bu kabil vak’alar, maalesef, sersemliğini arttırıyor. Şaşkınlığını korkuya çeviriyor. Düşünce kabiliyetini köstekliyor. Hiç faydası dokunmadığı halde, derinlemesine boyunu aşan mevzu’lara dalmasına ve sonunda boğulmasına vesîle oluyor.
Hele haberleşmenin yıldırım hızını kazandığı günümüzde, gazete ve radyoya rahmet okutan elektronik neşriyât sâyesinde, insanlar afyonlanmış veyâ efsûnlanmış yaratıklar gibi acâib bir görünüş arz ediyorlar. Yer küresini omuzuna almış Atlas tasvîrleri gibi, herkesin bu ağırlık altında ezildiği seziliyor.
Aynen, Üstâd Bedîüzzaman Saîd Nursî Hz.nin ifâde ettiği gibi: “Evet, bu zamanda merakla radyo vâsıtasıyla ciddî alâkadârâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır: ya aklını dağıtır, manevî bir dîvâne olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, manevî bir ecnebî olur.”
Böyle durumlarda, doğrudan doğruya dünyevî vazîfemiz dâhilinde değilse, hâdiseleri “pencerelerden seyretmek” yapılacak en uygun hareket tarzıdır. Kendi âlemimizdeki en mühim vazîfelerimizi yerine getirmek sûretiyle maddî – manevî mes’ûliyetten kurtulacağımız kat’îdir.
Muhterem N. Akay ve Ş. Bulut’un da sık sık dile getirdikleri gibi, internet veyâ televizyon kanallarında boğulma tehlikesine atılmaktansa, gazetemizin filtresinden geçen, nisbeten zarârı hafifletilmiş bir tebeî nazarla olan bitenden haberdâr olmak daha iyi değil mi?
Emîn olun, böyle yapmakla kaybedilecek hiçbir şey olmayacaktır. Aksine, hem gönül huzûru bozulmayacak; hem en ehem işler ertelenmemiş, ihmâl edilmemiş olacaktır. Hâtırlatalım, üstelik böyle bir meşgale, ilim ve kemâl adına yapılan: “Amerika tavuklarının adedi ne kadardır?” gibi, bir derece mâsûmâne, bir merak netîcesi de değildir!
O işleri öğrenirken ve üzerinde kafa yorarken kaybettiğimiz zaman öyle kıymetlidir ki… Bırakın fânî bir hayâtı, ömrümüz ebedî bile olsa, bu meşgûliyet yine boştur; faydası yok zarârı çok bir âvâreliktir. Hele hele, o mes’elelerde ne bir dahlimiz ne de hallinde bir rolümüz söz konusu değilse…
O halde, bırakalım bu işleri alâkadârları çözsünler. Biz, zulme, gadre, istibdâda taraftar olmadığımızı demokratik vâsıtalarla ortaya koyduk. Gerisi ne vazîfemizdir, ne gücümüz yeter. Boş yere kendimizi yıpratmak akıl işi değildir. Boğuşanların arasında boğulmak tehlikesi varken; akıl yerine hayvânî tahakküm hisleri hükmederken bizler seslerimizi onlara duyuramayız. Atasözünü boşuna mı söylemişler: “Anlayana sivrisinek saz; anlamayana davul – zurna az!”
Dünyâyı ateşe verenlere kös dinletmeye çalışmaktansa, yangını söndürmek için gayret eden azlara saz dinletmek daha akıllıca olsa gerek… Zâten, yıkıcıların elinde tahrîb için kullanılan vâsıtalar, hak ve hakîkati duyurmak konusunda tamirciler tarafından da kullanılır olmuştur. Himmet sâhipleri, imkânları nisbetinde, birer kova su ile dahî olsa; yeryüzündeki inançsızlık, sevgisizlik, hürmetsizlik, haksızlık ve anarşi yangınını söndürmeye koşmuştur.
Onların terlerini silmek, yolları üstündeki ve ayakları altındaki molozları kenara itmek bile önemli bir iştir. Hattâ, hiçbir şey yapılmasa bile, onları duâlarla takviye etmek bile başlı başına bir fazîlettir.
Gelin, bize göre fuzûlî olanı terk edelim. Karınca kararınca, hakka hizmet edenlerin kervanına katılalım. Esbâba teşebbüste îcâbını yapıp, gönül râhatı ile asıl işimize bakalım. Bunu başardığımız takdirde, kazancımız çoktur fakat kaybımız yok hükmündedir.
|