Tanzimat aydını şüphesiz şizofrenik bir aydındır. Batıcı ve İslâmcı paradigmaların çatışmasının mahsulüdür. Bunun son mümessillerinden birisi olarak karşımızda ‘mahalle baskısı’nın mucidi Şerif Mardin Hoca çıkmaktadır. Tanzimat aydınından kastımız tarihe kuşbakışı bakan değil, onu kategorize eden ve tarihe dikey ve yatay olarak değil de sadece yatay olarak veya muayyen bir zaviyeden bakan kişidir. Tanzimat aralığını aşanlardan ve tarihe cüz’î değil de küllî olarak bakanlardan birisi de Fuad Sezgin’dir. İlginç bir şekilde ikisi de aynı gün gazete başlıklarını konuk oldular. Fuad Sezgin, Tanzimat kompleksini aşmış birisi olarak İslâm’ın zenginliğini ve medeniyete katkılarını keşfetmişti. Şerif Mardin Hoca ise durdurulmuş zaman diliminde aynı nakaratları tekrarlıyordu. Kemalizmin kendini iyi savunamadığını ve temellendiremediğini ve dolayısıyla derinleşemediğini söylüyor. Kemalizmin caminin yerine belediyeyi, imamın yerine muallimi ikame ettiğini, ama gelinen noktada muallimin veya öğretmenin imam karşısında, mektebin de cami karşısında yenildiğini söylüyor. Bu aslında kategorik ve şizofrenik bir bakış açısının ürünüdür. Tamamen Tanzimat ve onun ötesinde de Fransız Devrimi’nin dünyaya bakışının ve okuyuşunun bir yansımasıdır. Tanzimatçılar bize ait olmayan bir kavgayı bünyemize taşımışlar ve bu İttihatçılık olarak meyve vermiş, o da cumhuriyeti doğurmuştur. Lakin kimilerine göre bu cumhuriyet tarzı da cumhursuz, yani sahtedir (Bak: Cumhuriyet olmayan cumhuriyet, Etyen Mahçupyan, Taraf, 25/5/2008)). Tanzimat’la birlikte gayr-i Müslim Müslüman kategorisi aşılırken, bu defa Müslümanlar kendileri içinde kategorize edilmiştir. 11 Eylül sonrasında ABD’nin yeniden genişleterek denemek istediği gibi. Buna göre, mektep- medrese, din-bilim, hoca- muallim, tekke-medrese ayrımı yaşanmaya başlanmıştır. Din bilim çatışması gerçekte veya zahirde olmayan, sadece zihinde olan bir meseledir. Bu da Batı’da kilise devlet çatışmasının bir ürünü olarak, bizde caminin kiliseye benzetilmesinden kaynaklanmıştır. Ötesi yoktur. İşte bu ayrımların beyhude olduğunu ortaya koyan ilim adamı Fuad Sezgin modelidir. Lafzî ayrımı değil derinlemesine ahengi temsil eder. Zira İslâm’ın ilimden ayrılmayacağını ve ilmin hizmetinde olduğunu tarihî örnekleriyle ortaya koymuştur. Müslümanların geri kalması meselesi ise, bir yorulma ve dinlenme meselesidir. Yorulma ve dinlenme devirlerinden sonra yeniden inisiyatifi ele almışlardır. Şüphesiz yarınlar da böyle olacaktır.
***
Bir yıl önce mahalle baskısı deyimiyle gündeme damgasını vuran Şerif Mardin Hocanın elbette ki doğru teşhisleri de var. Bu da Türkiye’de derinliği yok eden ve sığlığa ve slogancılığa davetiye çıkartan tartışma ikliminden yoksunluğumuzdur. Bu bağlamda iki satırla şunları söylemiştir: “Laikliği tartışmaktan korkuyoruz. Yani laikliği tartışırsanız günlerinizi hapiste geçirebilirsiniz...” Yani burada laiklikle tek yanlı bir ilişki söz konusu. Halbuki pozitivizm vazedilirken kesin inançlılık öngörülmüş olamaz. Dolayısıyla zamanla inançsızlık kesin inanç halini almıştır. Ama bugün Serdar Turgut’un temas ettiği gibi, Celal Şengör gibiler nezdinde tesadüfler zinciri kesin inanç haline gelmiştir. Onlar din bilim tezadına iman etmişlerdir. Bundan dolayı da ağzınızla kuş tutsanız dahi bu kesimleri ikna etmeniz kabil ve mümkün olamaz. Türkiye’de laiklik tartışılmıyor sadece empoze ediliyor. Prof. Dr. Şerif Mardin Hocanın laiklik bağlamında söyledikleri, bana geçenlerde gazeteci yazar Şevket Eygi’nin söylediklerini çağrıştırdı. Bir televizyon kanalına çıktığında Mustafa Kemal ile alâkalı olarak görüşleri sorulmuş. Hazret de ne desin? Şerif Mardin Hoca gibi: “Ya öveceksiniz, ya da öveceksiniz, başka seçenek yok. Aksi halde kodesi boylarsınız; benim de bu yaştan sonra hapishanelerde çürüyecek halim yok...” dedi.
Bediüzzaman’dan dolayı Mardin Hocayı aforoz edenler, mahalle baskısı lafına ise mal bulmuş Mağribî gibi sarıldılar. Halbuki 80’lerden itibaren mahalle baskısı tersine dönmüş, yani negatif bir surette işler hale gelmiştir. AKP gibi İslâmî zeminden gelen partiler bile ‘şeriatçı’ görünmeme kompleksi yüzünden popülizm kültürüne rüzgâr verdiler. Onlar dönemiyle, onlardan önceki dönem arasındaki bir Beyoğlu mukayesesi bile bu hususta iyi bir fikir verebilir ve mahalle baskısının hangi istikamette seyrettiğini ortaya koyar. Evet, zaman zaman başörtüsü meselesinde insanlar dindarlara özenseler bile, bu içi boşalarak gelişen bir süreç ve özentidir. İşin elbette bir de fıtrî ve kudsî tarafı var. Keşke durum Şerif Mardin Hocanın tasavvur veya tasvir ettiği gibi olsaydı. Bilindiği gibi, Şerif Mardin Hoca Bediüzzaman hakkında sadece tarafsız veya objektif olmaya çalıştığı için ilmî mahfillerden aforoz edilmişti.
***
Tanzimat mantığını aşmak, ancak din ile ilme bütüncül olarak yaklaşabilmekle mümkündür. İşte bu noktada Hayrat Vakfı’nın düzenlemiş olduğu Bediüzzaman Sempozyumunda konuşan Şeyh Muhammed Ebu’l Hüda El Hüseyni bunun reçetesine temas etmiştir. El Hüseyni, Bediüzzaman’ın bize dinî ve kevnî ilimlerin bir arada okutulacağı modern okullar kurulmasını tavsiye etitğini hatırlatıyor. Medresetü’z Zehra da böyle bir proje idi. Şerif Mardin Hocadan anladığımız şudur: Tanzimat aydını şizofrenik, cumhuriyet aydını ise sığdır.
26.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|