imileri Kraliçe II. Elizabeth’in ziyaretine sembolik mânâlar atfettiler. Peki bu sembolik mânâ atıfları temelsiz ve mesnetsiz miydi? Pek de zannetmiyorum. Sözgelimi, Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’u ziyaret ederken modern Türkiye’nin başkenti Ankara’yı da ihmal edemezdi ve etmedi de. Zaten asıl ayak orası olmalıydı. Zira muhatap Cumhurbaşkanı Abdullah Gül burada ikamet ediyordu. Bu itibarla, tarihî bir kent olarak İstanbul’u ziyareti nasıl normal ise, Ankara’yı ziyareti de; ziyaretin en önemli ve gerekli ayaklarından birisiydi. Bununla birlikte Osmanlı’nın kurucu başkenti Bursa’yı ziyaret etmesi ve Mehmet Emin Ay’ın avazından Kur’ân-ı Kerim’in tilavetini dinlemesi işin daha ziyade sembolik boyutunu temsil etti. Bu boyutta Kraliçe’nin hususi bir kastı ve amacı var mıydı? Bilemeyiz, ama böyle yakıştırmalar var. Esasen bu da normal. Kraliçe’nin hal-i hayatta iken iki veya üç defa bir ülkeyi ziyareti ve bu ülkenin eski bir imparatorluk bakiyesi ve kalıntısı olması elbette ki tesadüflere hamledilemez ve dikkatleri çekecektir. Nitekim öyle olmuştur ve bu ziyaretler Türkiye’nin mazi ve müstakbeldeki önemine bağlanmıştır. Bilindiği gibi, Amerikan başkanları da sırasıyla Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bunlardan birisi oğul Bush, diğeri de Clinton’dır. Clinton’ın söyledikleri hâlâ kulaklarda ve hafızalarda capcanlı tazeliğini korumaktadır: “20. yüzyılı Osmanlı’nın çözülmesi şekillenmiştir. 21’inci yüzyılı da Türkiye’nin alacağı vaziyet ve pozisyon belirleyecektir (Bu hususta 2008+15 başlıklı makaleme bakabilirsiniz )…” Clinton bu sözleri tesadüfen mi söylemiştir veya bilerek mi? Bence ikisinin karışımı, yani sezgiyle söylenmiş sözlerdir. Bir nevi intak-ı Hak. Yani Allah’ın konuşturması.
Kraliçe ise, böyle bir konuşma yapmadı doğrusu. Belki yapmaya da yetkisi yoktu. Zira zahiri olarak görevi sembolikti. Ama onun ziyaretteki vücut dili de sanki bunları söyledi. Bursa’yı ziyareti vesaire. Aslında veliaht Prens Charles da gerek Oxford, gerekse Ezher’deki konuşmalarında Rowan Williams gibi İslâm’ı savunmuştur. Bu doğrultuda kimileri ziyaretten derin mânâlar çıkartıyor veya üretiyorlar. Bulardan birisi de Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci. ‘Kraliçe’nin ziyaretindeki derin mânâ!’ başlıklı yazısında ezcümle şöyle diyor: “İngiltere’nin Türkiye’yi dünya siyasetinde önemli bir pozisyona doğru ittiği açıkça görülüyor. Ancak bunu, kaşımız gözümüz için yapmıyor...
“İngiltere Kraliçesi ülkesine döndü, ama Türkiye’ye niye geldiği suali zihinlere takıldı kaldı. Kraliçenin ziyaretlerinin rast gele olmadığını bilenler bilir. Hatta hiçbir hareketi boşuna değildir. Hepsinin sembolik de olsa bir mânâsı vardır. Kraliçe, ülkesinde gündelik politikanın içinde değildir, ama hükümetle koordinasyon içinde hizmet eder. Meselâ dış gezileri hükümetin isteği veya bilgisi ile gerçekleşir. Bu geziler, devletin yüksek menfaatleri için yapılır.
“Türkiye’nin, Avrupa Birliği eşiğinde demokrasi imtihanı verdiği buhranlı bir zamanında, İngiltere Kraliçesinin üçüncü ziyareti büyük önem taşıyor elbette. Kraliçe, hükümeti değil, devleti temsil eder. Başbakan gelse, bu kadar önemi olmazdı. İngiltere, Türkiye’ye destek verdiğini gösteren bir gövde gösterisi yapıyor. Amerika’nın da bu işte sadık müttefiki İngiltere ile beraber hareket ettiğini söylemek zor değil.
“Kraliçenin Türkiye ziyareti de böyle sembolik vurgularla doluydu bence. Hele Bursa seyahatinde ne derin mânâlar vardı! Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurulup geliştiği tarihî bir şehirdir. Kraliçe buraya giderek, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı pozisyonunu vurguladı. Yeşil Türbe’de yatan Çelebi Sultan Mehmed, Ankara Bozgunu’nun ardından yaşanan fetret devrinin külleri üzerinde tahta oturmuş, devletin ikinci kurucusu sayılan bir padişahtır. Bu da Avrupa’dan uzak, Osmanlı coğrafyasından kopuk ve Osmanlı kimliğiyle kavgalı bir devreden sonra, yeni bir başlangıç yapılması gerektiğinin işaretini veriyor. Kraliçe’nin Kur’ân-ı Kerim dinlemesi de, Türkiye’nin İslâm dünyasındaki önemi ve Müslüman kimliğine atıf yapıyor…”
Yazar daha da ileri giderek Kraliçe’nin Osmanlı Milletlerini (Commonwealth) vaat ettiğini yazıyor:
OSMANLI MİLLETLERİ
“İngiltere’nin Türkiye’yi dünya siyasetinde önemli bir pozisyona doğru ittiği açıkça görülüyor. Bu pozisyon, Osmanlı coğrafyasında, Osmanlı mirasına sahip çıkan, dünya devletleriyle barışık, eski Osmanlı milletlerinin hâmisi, İslâm ve Türk dünyasına tarihî geleneği sayesinde liderlik eden; barışı tehdit eden radikal cereyanlara sed oluşturan demokratik, liberal ve güçlü bir devletin pozisyonudur. Bunu, kaşımız gözümüz için değil; elbette ve öncelikle dünyada Anglosakson hâkimiyetinin devamı ve güçlenmesi için istiyor. İster misiniz İngiltere, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) gibi bir de Osmanlı Milletler Topluluğu kurmaya ön ayak olsun?”
Peki gerçekten de Kraliçe’nin vurgusu bu muydu? Cengiz Çandar ise, Kraliçe’nin Türkiye’yi Batı mihverinde tutmak ve bu istikamete destek vermek için geldiğini yazıyor. Elbette 6 ay içinde hem Prens Charles’in maiyyetinde Camilla ile gelmesi, hem de ardından Kraliçe’nin sökün etmesi bir tesadüf sayılamaz. Zira Türkiye’nin şarkta öncü ve öcülük rolü yeniden belirmeye başlamıştır. Onlar da buna bigâne kalamazlar. Lakin destekleri bunun için mi yoksa Cengiz Çandar’ın yazdığı gibi Türkiye’nin AB rotasında tutulması için miydi? Bazıları zaten İngiltere’nin AB ile gevşek bağlarla bağlı olduğunu hatırlatarak: “Ne diye bunun için zahmet çeksin?” diye de sorabilir. Bu yerinde de bir soru olurdu. Ama asıl mesele Türkiye’nin Batı rota ve ekseninde tutulması ve AB’ye rengini verme meselesidir. AB’ye kendi rengini vermek isteyen İngiltere’ye bu konuda en fazla yardımcı olacak unsur Türkiye’nin AB’ye katılmasıdır. Yine de mesele çok yönlü ve karmaşık bir meseledir. Osmanlı Commonwealth’ine gelince, Türkiye iradesini gösterirse ve onun ötesinde hareketi, müteharrik bizzat (kendinden ve özünden kaynaklı) olursa bunun bir anlamı olabilir. Bunun ötesinde İngiltere gibi ülkelerin rolü de kolaylaştırıcı olabilir. Ama bizim namımıza onlar isterse ve bu hususta öncülük ve kılavuzluk yaparlarsa ondan bir şey çıkmaz. Birincisi, bu durumda Türkiye ayak sürür. İkincisi de, zorla güzellik olmayacağı için bir şeye benzemez. Üçüncüsü de, bunların da ötesinde böyle bir proje bizim malımız olmaktan ziyade onların malı olur. Bizim bu durumda pozisyonumuz İngiltere’nin Nepalli paralı askerlerine (Gurka) benzer. Kimse hayrını göremez. Arap Birliğinin bugüne kadar mesafe alamamasının temelinde İngiliz harcının bulunmasıdır. Yasak savmak için İngiltere Dışişleri Bakanı Antony Eden, Araplara, Arap Birliği kurmalarını öğütlemiş ve tavsiye etmiştir. Güya bu hilafetin yerini tutacaktır. Başka yazılarımda da ortaya koyduğum gibi, Arap Birliği bugüne kadar bir tek temel mesele bile halledememiştir. Bu durumda Arapların mı, yoksa İngilizlerin ve Amerikalıların mı işine yaramıştır? Cevap açık ve bedihi değil mi? Dolayısıyla Kraliçe’nin eğer varsa Osmanlı Commonwealth’i projesi, olsa olsa Besim Tibuk’un turistik amaçlı hilafet projesine benzer. Halife ağırlığı yerine şaklabanlığı ile öne çıkar. Halbuki, ilgili hukuk kitaplarında ortaya konulduğu gibi emri nafiz ve geçerli olmayan, yani otoritesi bulunmayan halifenin meşruiyeti de yoktur. İnanın alıcısı da çıkmaz. Kimse böyle rüyalar görmesin. Hasan el Benna’nın Usbetü’l Umemul İslamiyye ve Bediüzzaman’ın Cemahiriye-i Müttefika-ı İslamiyye yandan çarklı değildir. Dolayısıyla bizim projemiz başkalarının hizmetine amade olmayıp ülkenin ve bölgenin hayatî çıkarlarına haizdir. Kraliçe gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz.
23.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|