2000 yılı sonrası yeniden yapılandırma çerçevesinde Çukobirlik’te neler yapıldı? Birliğimize ait iki tane yağ fabrikasının teknolojisini değiştirdik. Oralar zarar ediyordu. Yani iki fabrikamızı Ceyhan ve Merkez modernize ettik. Şimdi kârda. 2 trilyon zarardan şimdi 4 trilyon kâra geçtik. Şu 180 bin metrekare kapalı olan dünyanın en büyük entegre tekstil tesisini (boya basma, iplik ve dokuma fabrikalarının) 2003 yılında kapandığında tam 24 trilyon zarar ediyordu yıllık.
Biz birlikler olarak gayretimizi gösteriyoruz. Hükümet de tarım satış kooperatifleri birliklerinin olmazsa olmaz olduğunu biliyor. Çünkü örgütsüz bir toplumun bir yere varamayacağını herkes bilir. Çünkü bu senin üreticin başka üreticin yok ki. Dışa bağımlılıktan kurtaracak insanlar bunlar.
Fabrikaları kapatmak zor olmadı mı? İşçilerin ve diğer kesimlerin tepkilerini nasıl karşıladınız?
Çukobirlik’in bunu bir yıl daha taşıma şansı yoktu. Devrin Sanayi Bakanı Ali Coşkun Bey, dedi ki “Bunu birisine verin işletsinler” dedi. Yani işçilere çıkış verdiğin zaman toplu bir reaksiyon filan oluyor biliyorsunuz. Araştırıldı ama fabrikayı işletecek kimse bulunamadı. O zaman yetkili sendika DİSK idi. bağırmaya, çağırmaya kalktı.
“Alın siz işletin bedavaya. Hatta bir sene de size hammadde desteği verelim hibe şeklinde” dedik. Çünkü biz biliyorduk ki fabrika ekonomik ömrünü tamamlamış. Kimse çalıştıramaz. Geldiler incelemediler, çalıştıramadılar. Böylece Dünya Bankası’nın da desteğiyle hiçbir işçinin ihbar ve kıdem tazminatı sırtımızda kalmadan Dünya Bankası ve Hazine destekli ihbar ve kıdem tazminatlarını aldık. 2 bin 500 civarında işçi çıkarttık. Hiç de toplumda bir reaksiyon olmadı. Çünkü durumu biliyorlardı. İnsanlara iyi anlatmak lâzım. İnsanları ikna ettik. Helâlleştik ve ayrıldık. Şimdi 4 sene önce 24 trilyon zarar eden müesseseyi içindekileri dünyaya açık bir ihale ile hurda fiyatına 11 milyon dolara sattık.
Kapanan fabrikaların binaları ve yerleri ne oldu?
Makinalarını hurda fiyatına sattığımız fabrikaların boş deposunu 2.5 milyon dolara kiraya verdik. Atıl olan Maraş’ta, Adıyaman merkezinde ve Tarsus’taki kullanılmayan fabrikalarımız şehirlerde kirlilik görüntüsü veriyordu. Buraları da özel bir firmaya 49 yıllığına kiraya verdik. Her birine alış veriş merkezi ve hastane yapılıyor üç tane. Üç yerde yaklaşık bin 200 kişi çalışacak. Biz yapmıyoruz. Sadece kiramızı alıyoruz. 1.5 milyon doların üzerinde buralardan kira alıyoruz. Böylece 4 milyon dolar kira gelirimiz oldu. Bunlar hep yüktü üzerinizde böylece değerlendirmiş olduk. Daha önce genel müdürlük binası olarak yapılan 18 katlı binayı 3.5 trilyona Adalet Bakanlığına sattık. Bölge İstinaf Mahkemesi yapılacak.
Önceki genel müdürlük binanızı niçin sattınız?
Şu anda kullandığımız bina vardı. 30 yıl önce betonarmesi yapılmış. Öyle duruyordu. Deprem testi yaptırdık. Sağlam dediler. Bunun üzerine bu binayı güzel bir genel müdürlük yaptık. Şimdi her noktası kullanılan bir genel müdürlük binamız oldu. Önceki genel müdürlüğümüzün masrafları çok fazlaydı. 4-5 katı zaten hiç kullanılmamıştı. 4 asansörün temizlik ve diğer giderlerin korkunç bir gideri vardı o binanın. Her sene bu bina gibi bir bina yaptırırdı.
Stratejik tarım ürünlerinde genel olarak Türkiye’nin tarım politikası nasıl olmalı?
23 tane stratejik ürün seçilmiş. Bunların hepsi de Türkiye’yi kucaklayan coğrafyada yetişiyor. Bunların da kooperatifler altında birlikleri oluşmuş. Meselâ ayçiçeğinde Trakya’da Trakya Birlik, Karadeniz’de Karadeniz Birlik, Fındıkta Fiskobirlik, Ege’de TARİŞ, Antbirlik, Çukobirlik vb. yani böyle birlikler oluşmuş.
Bunlar devletin yükünü almak amacıyla kurulmuş, halkın omuz omuza vererek dayanıştığı, yardımlaştığı yerler. Halk dayanışma içinde kendi ekonomik refahını nasıl sağlar bunun çarelerini bulmak üzere kurulmuş buralar. Avrupa sağlamış bunu devlete çiftçinin yükü yok. O ayrı bir konu bunu nasıl yapmışlar. Çok önceden bu işe girmişler ve başarmışlar. Bu ürünlerin bir defa mutlaka ama mutlaka üretilmesi lâzım. Senin bu ülken bunu tüketiyor. Buna ihtiyaç var. Yani giyinmek gibi, yemek içmek gibi, temizlenmek gibi yani bu bir artık Türkiye’nin zarurî ihtiyacı. Adıda zaten statejik kapsamına alınması olmazsa olmazındandır. Bir buğdayı üretmek zorundasın. Eğer sen 10 milyon insanı tekstil, yağ sanayisi şunu bunu tarladan istihdam etmek istiyorsan pamuğu üretmek zorundasın. Yani 4 yıl öncesinin TÜSİAD vb. raporlarına baktığımızda 10 milyon insan pamuk endüstrisinden istihdam ediliyordu. Türkiye’nin ihracatının da o yıllarda yüzde 42’sini tekstil teşkil ediyordu. Bunun da ana maddesi doğal elyaflardı. Şimdi bu ürün stratejikdir bundan vazgeçemezsin. Bunu planlarken her türlü ayağını yani çiftçisini, sanayicisini, pazar ayaklarını, devlet ayağını iyi ayarlayıp, buna sağlıklı bir zemin oluşturman lâzım. Planlamanın iyi yapılması lâzım.
Yani tarımda planlama yoluna gidilebilir mi?
Güzel bir konuya temas ettiniz, planlama dediniz. “Planmayı planlayamıyorsanız başarısızlığını planlıyorsunuz” demektir diyor bir bilim adamı. Şimdi şu Çukurova’yı örnek vereyim size. Ben mısırın ekimine karşıyım. Niye karşıyım. Mısırı ve bünyesinde ihtiva ettiği ürünlerin tamamını ithal etsek Türkiye’nin mısıra dayalı ihtiyacının tamamı 280 milyon dolar civarında. Senede 300 milyon dolar. Yani maksimum 350 milyon dolar. Sen zaten öbürlerinin ithalatına 3.5 milyar dolar veriyorsun zaten (yağlı bitkilere). Burada sana Çukurova’yı ele alacağım. Çukurova dünyanın en verimli topraklarının bulunduğu yer. Yani 4 mevsim üretim yapılabilen bir yer. Başka yerler gibi değil. İklim şartları her şey mükemmel. Şimdi iyi bir planlama olmadığı için çiftçi mısırı ekiyor. Çiftçi, iki üç ürün alınan yerlere mısır ekiyor. Bazı yerlerde 3 ürün alınıyor Çukurova’da. Ama hasadını beklediğin ürünlerde iki ürün alırsın. Şimdi devlet bir yanlış yaptı. Mısıra 50 Ykr prim verdi. Bizim bölgede dönümde 1.5 ton mısır alıyor çiftçi. Pamuğu da 450-500 kilo aldığını düşün. Yani çiftçi 3 katı prim almış oluyor. 1.5 ton mısırı satıp paraya çevirdiğinde primi de koyduğunda kârlı bir ürün oluyor mısır. Ama Çukurova’nın iki tane ürün alınan ve Türkiye’nin ihtiyacı olan iki tane ürün alacağın yerde bir ürün alıyorsun. Tek ürün ekiyorsun. Çiftçi vakit mısırı diyor ve tek ürün ekiyor ve tarlasını bir tek ürünle bağlıyor.
Biz diyoruz ki öyle bir planlama yapılsın ki kışın buğday başka yerlerde üretilsin. En büyük açığın yağ bitkileri ve elyaf değil mi? Kışın kanola ek, kışlık olarak. Hiç masrafı yok. Çiftçi kazansın. Kanola buğdaydan erken hasad ediliyor. Mayıs’ın 15’inde hasad ediliyor. Çiftçimiz zaten hemen onu hasad ettikten sonra şartlar müsait olduktan bir gün sonra da ekiyor. Birgün sonra da pamuk ek, soya ek, ayçiçeği ek. Ha bunları beğenmiyorsan mısırı ektiriyorsan yine ektir o da olur çünkü. Yani her ürünü ekebiliyorsun. Yani bu durumda avantajlı ürün elde etme imkânımız var. Kanola içinde yüzde 42 yağ oranı olan bir ürün. Bunun için bereketli topraklarımızın mutlaka iyi planlanması lâzım.
Türkiye, bir dönem pamuk ihraç eden bir ülke iken bugün pamuk ithal eden bir ülke haline nasıl geldi?
Türkiye, pamuk ihraç ederken tüketimi azdı, üretimi yine fazlaydı. Kâr etmediği ürünü ekmez insanlar. Tek başına prim bir faktör değildir üretimde. Şu an herkes tarlasına buğdayını ekti. Pamuğunu ve yağlı tohumunu ekmedi. Ama tarlasını başka bir ürüne tahsis etti. Söküp de pamuk mu ekecek. O zaman primi açıklayacaksan 5 yıllık primi açıklayacaksın. Yani çiftçi ne ekerse ne kazanacağını bilecek. Yani çiftçi ülkenin esas ihtiyacı olan ürüne tarlasını tahsis edecek. Sen devlet olarak önümüzdeki yılın pamuk primini açıklamamışsın. İşte bu verimliliği arttırmıyor. Bana göre 5 yıllık prim açıklanmalı. Hükümet demeli ki 2008 yılının primi bu, 2009 yılının primi bu, 2010, 2011, 2012’nin primleri bu diye açıklanmalı. Bütün planlamaları da buna göre yapacaksın. Üretici 5 yılı da görecek. Mesele bu. Çiftçi o zaman hesabını yapar, ona göre üretimini yapar.
YARIN: KANOLA, TÜRKİYE’NİN TARIMDA
ALTERNATİFİ
|