Soru ile başlayalım: Havada uçuşan bildiriler, Türkiye’nin asıl problemini anlamamıza yardım edecek mi?
Yardım etmesini umalım, ama aksinin de mümkün olabileceğini akıldan çıkarmayalım.
Bakınız, “ekonomi kötü yolda, krizler kapıda, enflasyon yükseliyor, döviz arttı-düştü, ihracat arttı, carî açık şöyle oldu-böyle oldu” dedikçe Türkiye’nin sıkıntıları sona ermiyor. Elbette ekonomiyi de konuşup tartışmak gerekiyor, ama birinci önceliği bu konuya vermekle bir yere varılamayacağını bari son bildiriden sonra anlayabilsek!
‘Adalet’in, ‘mülk’ün temeli olduğu her halde tartışılmaz. Bu bakımdan ‘yargı bağımsızlığı’ da çok önemli. Fakat bu bağımsızlığın ‘adalet’ içerisinde tecelli etmesi gerekir. Her halde, bağımsız demek, sorumsuz, istediği gibi hareket eder anlamına gelmez ve gelmemeli.
Türkiye’nin demokrasi tarihi çok inişli-çıkışlı. Zaman zaman müdahaleler, zaman zaman da muhtıra anlamına gelen açıklamalara şahit olunu-yor. Peki, böyle müdahaleler ve açıklamalar başka hangi ülkelerde oluyor? Demokrasinin kâmil mânâda işlediği ülkelerde böyle bir hadise olur mu? Olmaz ve olmamalı. O halde, yapılması gereken şey; Türkiye’yi “kâmil mânâda işleyen bir demokrasi”ye kavuşturmak olmalı.
Ülkemizin her türlü sıkıntı ve problemlerden uzak, kalkınmış ve huzura kavuşmuş bir ülke olmasını istiyorsak bu yolda gayret etmek gerekir. Bu sebeple, her imkân ve fırsatta Türkiye’yi idare edenlere “önce demokrasi” çağrısı yapmaya çalışı-yoruz. “Milletin karnı aç, sırtı açık. Biz önce karnını doyuracağız” diyerek demokrat olma hedefini erteleyenler bu anlayışlarında devam ederlerse; sonraki günlerde de muhtıra anlamına gelecek beyanlarla karşılaşabilirler.
Bu güne kadar yaşadığımız tartışma, ‘önce ekmek’ demenin yanlışlığını göstermeli. Bu yanlış kanaati bir yana bırakalım ve ‘önce hürriyet’ diyelim. Böyle demenin ‘ayıp’ olmadığını ve kâmil mânâda hürriyete kavuşunca; beraberinde ‘ekmeğe’ de kavuşacağımızı görelim.
Mevcut tartışmalardan en çok kim zarar görüyor? Elbette bir anlamda elinden ekmeği de alınan vatandaş zarar görüyor. Ay başını nasıl getireceğini düşünen insanlar, ilâve olarak bu tartışmaların bedelini de ödüyor. Tarih şahittir ki, bu açıklamalara imza atanların ‘maddî’ anlamda pek bir kaybı olmuyor. Borsa düşmüş, bakliyatın fiyatı artmış, dolmuşa zam gelmiş gibi ‘küçük’ işler; bu zevatı etkilemez. Bu tartışmaların faturasını küçük esnaf ödüyor, maaşa talim eden milyonlar ödüyor.
Bütün bu tartışmalara son vermenin yolu, hür dünyanın bu konuda nasıl davrandığına bakmakla mümkün olabilir. Madem hür dünyada böyle tartışmalar olmuyor, madem o ülkelerde yargı ve yürütme arasında sürtüşme olmuyor, biz de onları örnek alabiliriz. Bunun yolunun da şu an için “Kopenhag Kriterleri”nden geçtiği anlaşılıyor.
Hiç ihmal etmeden, bu yolda yürümeye devam etmek lâzım. Aksi yöndeki her adım, sıkıntıların ötelenmesine ve git gide büyümesine sebep olabilir.
Bir defa daha görüldü ki, “Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz” demek yetmiyor...
23.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|