Ekonomide işlerin iyiye gitmediği, dünya ile birlikte Türkiye’de de krizin büyüme ihtimali olduğu artık saklanamaz bir gerçek haline geldi. En büyük sıkıntıyı ‘küçük esnaf’ ve ücretliler yaşıyor. Başta bankalar olmak üzere, ‘paradan para kazanan’ların bu sıkıntıdan etkilenmedikleri de ortada. Yılın ilk çeyreğiyle ilgili ‘veri’lerini açıklayan bütün bankaların yüksek ‘kâr’lar elde ettiği görülüyor.
Mevcut durumda, ‘endişeye mahal yok, her şey yolunda’ şeklindeki beyanların inandırıcılığı kalmamıştır. Elbette, ‘Bittik, battık, mahvolduk’ diye dövünmenin de ‘çare’ olmadığı ortada. Yapılması gereken, problemin varlığını kabul etmek ve uygun çareleri aramaktır.
Bilhassa siyasetçiler, kolay yolu tercih edip problemin varlığını kabul etmek istemiyorlar. Oysa problemin varlığını kabul etmemek çare olsaydı, bugüne kadar yaşadığımız krizler de çare olurdu. Nasıl ki hastalığı inkâr etmek, insanın sağlıklı ve huzurlu olmasına yetmiyorsa; ekonomideki problemleri görmezden gelmek de işleri yoluna koymuyor.
Bilhassa büyük şehirlerdeki ‘küçük esnaf’ ciddî sıkıntı çekiyor. Bununla birlikte bazı büyük firmaların üst üste yeni şubeler, yeni satış yerleri açması da dikkat çekiyor. Adım başı ‘alış veriş merkezleri’nin açılması ekonominin ‘iyi’ye gittiğine delil olabilir mi? Bu durum, baştan sona ‘tüketim toplumu’ olduğumuzu gösteriyor ki, uzun dönemde bunun faturasını hep birlikte öderiz.
Meselâ İstanbul’da, bir kaç yıl öncesinin ‘varoş’u kabul edilen mahallelerde lüks alışveriş merkezlerinin açıldığına sahit oluyoruz. Dıştan ‘iyi’ görünen bu AVM’lerin içindeki esnaf da durumdan memnun değil. Bazı dükkânlar sürekli el değiştiriyor ve esnaf tutunmak için tabir caizse ‘yılan’a bile sarılıyor.
Hadisenin esnaf boyutu böyle de, tüketici boyutu farklı mı? Yaygınlaşan kredi kartı kullanımı ile aylarımızı değil, belki de yıllarımızı ipotek altına almış oluyoruz. Çok yaygın olan bir uygulama ile, taksitli ürün satın almayı tercih ediyoruz. Güya ‘kâr’ ediyoruz, ama bitmeyen taksit ödemeleri ömrümüzü törpülüyor. Bir bakıma buna da mecbur ediliyoruz, çünkü peşin alma imkânları daha sınırlı.
Geçmişte yaşandığı halde, kredi kartı krizlerinden de ders almadık. “Sen al, kredi kartı öder” anlayışıyla nice ocaklar söndü? Bu konuda getirilen sınırlamalar bile kredi kartı sayısındaki artışı engellemedi. Aylık düzenli geliri olmayan öğrencilerde, iş sahibi olmayan gençlerde de bir düzine kredi kartı bulunuyor. Düzlüğe çıkacağım diyerek, bir karttan borç alıp, diğer kartın borcu ödeniyor. Bır kısır döngüdür, sürüp gidiyor.
Sıkıntılara düşmek istemeyen, işini ‘yokuş’ tutmalı. ‘Düz’ olursan ne âlâ. Önceden tedbir almakta her zaman fayda vardır. Türkiye’yi idare edenler de bu yöndeki ikâzları ‘muhalefet’ olarak değil de, ‘ikâz’ şeklinde yorumlarsa, sadece kendileri değil, millet de kazanır. Atasözü haline gelmiş olan ‘Araba devrildikten sonra akıl veren çok olur’ durumuna düşmemek için, başta ticaret odaları başkanları ve uzmanlar hükümeti ciddî olarak ikâz etmeli.
Tabiîdir ki, ekonomi kurmayları da bu ikâzları dikkate almalı...
22.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|