|
|
Âyet-i Kerime Meâli
Faiz yiyen kimseler ise, kıyâmet gününde kabirlerinden, şeytan çarpmış kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bunun sebebi, onların "Alışveriş de faiz gibidir" demeleridir. Halbuki Allah alışverişi helâl, faizi ise haram kıldı.
Bakara Sûresi: 275
|
22.05.2008
|
|
Zarûrî olmayan ihtiyaçlar zarûrî hale gelmiş
Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur’âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, “Zaruret var” diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.
Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler:
“Biz şimdi mecburuz. ‘Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar’ kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz” dediler.
Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan gelse, kat’iyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; Bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine câri olur, mâzur sayılmaz, ceza görür. Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir.”
İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: “Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i kat’iye ile, su-i ihtiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.”
Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zarûretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “Zaruret var” zannıyla hareket eden o biçarelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dahilde sarf etmiyoruz. Biçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde, şimdi milyonlar Nur talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.
Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Âsâyişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatler itibarıyla, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.
Emirdağ Lahikası, s. 456
hükm-ü Kur’ân: Kur’ân’ın hükmü.
mimsiz medeniyet: Medeniyet kelimesinin başındaki “mim” harfinin çıkarılmasıyla “deniyet (alçaklık, aşağılık)” anlamına gelen medeniyet.
hâcât-ı zaruriye: Zaruri ihtiyaçlar.
itiyad: Alışkanlık.
hâcat-ı gayr-ı zaruriye: Zaruri olmayan ihtiyaçlar.
zaruret: Çaresizlik, muhtaçlık, yoksulluk, zorunluluk.
su-i ihtiyar: Tercihini kötüye kullanma.
câri: Geçerli.
cezbe: Kendinden geçme hali.
tevellüd: Doğma, doğum.
zaruret-i kat’iye: Kesin zorunluluk.
neş’et: Doğma, doğuş.
tefrik: Ayırma.
bid’a: Dine sonradan giren ve dinin özüne ters olan şeyler.
|
22.05.2008
|
|
Muhabbetteki kuvvet
Kâinatın her köşesi sevgi ile örülüdür. Her şey birbirine muhabbet bağları ile bağlıdır. Bu muhabbetin heyecanı ile kâinat sarayında işler aksamadan devam eder. Bu muhabbet ile bir nâzenin çiçek kayayı şak eder de hayata gülümseyerek başını kaldırır. Kaya da aynı muhabbetle ona yol açar. Bulutlar bitkilerin, bitkiler hayvanların yardımına koşar. Rüzgârlar tohumları muhabbetle taşır. Bunun gibi kâinatın hangi köşesine baksak, keyifle ve muhabbetle devam eden hummalı bir çalışma görürüz.
İşte insan da böyle bir kâinatın meyvesidir. İnsan vücudu da muhabbetle örülmüş hücrelerden oluşmuştur. Kâinatın işleyişindeki sistem insan vücudunda da işlemektedir. Organlar birbirlerinin vazifesine yardım ederler, birbirlerine destek ve tamamlayıcı olurlar. Bedenimiz de dünyamız gibi bize en güzel mesken olmuştur. Birisi evimiz, diğeri şehrimiz gibi. Her iyilik ve her yardım, altında sevgiyi barındırdığına göre onlar da sevgi ve muhabbetle vazifelerinin peşinde koştururlar.
Kâinatın meyvesi olan insan, içinde öyle bir çekirdek taşır ki, o çekirdekte tüm kâinatı kuşatacak bir muhabbet programı vardır. Hepimiz böyle bir muhabbet çekirdeği ile dünyaya geliriz. Bundan sonra ise o çekirdeğin programını işletme görevi bize düşmektedir. Yaratıcımızın bizim için yarattıklarını, bizi kuşatan muhabbetini, sevgisini, şefkatini, cömertliğini anlayarak O’nu tanımak ve sevmek en mühim vazifemizdir. Yaratılan her şeyi Yaratandan dolayı seven insan, hakiki muhabbeti bulduğu gibi muhabbetten mahrum da kalmaz. İnsanın etrafına saçtığı sevgi enerjisi kat kat çoğalarak ona geri dönecektir.
Güzel görebilmenin ve güzel düşünebilmenin altında da yine sevgi vardır. Seven insan daima pozitiftir. Risâle-i Nur mesleğinde de bu düşünce hâkimdir. Yani hep olumlu ve güzel düşünmek veya “müsbet hareket”. Diğer bir ifadeyle “Sana safa vereni al, keder vereni bırak” düşüncesi. Olumlu ve güzel olan her şey, altında bir sevgiyi barındırdığı gibi, tüm olumsuzlukların ve kötülüklerin temelinde de sevgisizlik yatmaktadır. Toplumu huzursuz eden, kapkaç, cinayet, terör gibi tüm şiddet olaylarının sevgisizlikten, merhametsizlikten kaynaklandığı açıktır.
Çileli ömrünü muhabbete adamış olan Bediüzzaman Said Nursî “Yolların en keskin kuvveti muhabbettir” der. Kendisi de bu kuvvet ile tüm eziyet ve zulümlere tahammül edebilmiş, büyük bir fedakârlık ve şefkat ile “Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musîbetler helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim” demektedir. İşte hakiki sevgi budur. Sevginin aşamayacağı engel yoktur.
Cenâb-ı Allah “Habibim sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” demiştir. Böylece kâinat, Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâmın muhabbetine ithaf edilmiştir. Yani Muhammed’den (asm) muhabbet hâsıl oldu. Onun muhabbeti her şeye aksetti. Dağ, taş, ağaç, kuş, böcek Onun muhabbetiyle yanıp tutuşurken, Efendimiz de kâinatı kuşatan sonsuz muhabbetiyle en çok ümmeti için duâ edip gözyaşı döktü. O bizi kimsenin düşünmediği kadar düşündü, kimsenin sevmediği kadar sevdi. Bu yüzdendir ki, herkesin “nefsî nefsî” dediği bir zamanda O “ümmetî, ümmetî” diyecektir.
Madem biz böyle bir muhabbetle yaratılmış ve muhabbetle kuşatılmışız, muhabbetteki kuvvet ile kenetlenelim, dostluk, kardeşlik bağlarımızı güçlendirelim. Kâinatla kardeş olalım. İnsanlık dışı taşkınlıklar ile kâinatı hiddete getirmek yerine; kalbimizdeki muhabbet çekirdeği ile geçtiğimiz yerleri muhabbet sümbülleri ile donatarak biz de bir muhabbet fedaisi olalım. Muhabbetteki kuvvet ile her güçlüğün üstesinden gelelim.
|
Mehtap YILDIRIM
22.05.2008
|
|
Sevgiyi sende öğrendik, sende yaşadık Yâ Resûlallah!
KÂİNATIN zerreleri sayısınca, okyanus ve çöllerdeki kumlar adedince sana salât ve selâm olsun.
Ey yüreğimde tomurcuklanan gonca gül!
Dünyanın gerçek baharları gerçek rengini sende buldu. Asırlar geçti, çağlar değişti, senin kokun hâlâ toprağın bağrından çıkan güllere ve sümbüllere sinmiş.
Çünkü sen, sevgini kâinata gül kokunla yaydın.
Aramızdan ayrılıp Habîbine kavuştun. Senden sonra ne güller kokusunu saçabiliyor, ne canlar kendini bilebiliyor.
Yıldızlar senin sevginle parlıyordu. Senin mübarek çehrene göz kırpmak ve hasret gidermek için. Tâ semâdan yerkürede seni gözetler gibiydiler mübarek başını okşamak için.
Âlemleri sevginle anlamlı kılan sendin.
Vefâyı öğreten gönlünü ümmetine verdin.
Kardeşliği, dostluğu sevdin; kini, nefreti, nifakı, şikakı, firâkı, husûmet ve düşmanlığı yerdin. Rabbinin rızası ve senin sevgin için bir araya gelenleri, sevgiyi paylaşıp sînelere sindirerek ayrılanları, kendilerini bir âza gibi görenleri müjdeledin. Bu sevgiyle bize gayemizi hatırlattın da ruhlarımıza nurlar saçtın.
Senin sevgine lâyık olanlar, seni ölesiye sevdiler. Nefislerinden ve tüm sevdiklerinden öte sevdiler.
Hani Ebû Süfyan, Zeyd’e (ra) yaklaşıp sinsice sormuştu ya: “Şimdi senin yerinde Peygamberin olsaydı da, onu öldürüp seni salıverseydik razı olur muydun?” Zeyd (ra): “Asla!” demişti. “Resûl-i Ekrem’in (asm) hayatı yanında benim hayatım bir hiçtir. Kurtulacağımı bilsem dahi, Resûlullah’ın, değil sizin elinizde öldürülmesine, Medine’de ayağına bir dikenin bile batmasına razı olamam, katlanamam!” diyerek bütün ümmete, peygamber sevgisinin nasıl olması gerektiğini ders vermişti.
Ebû Süfyan, Zeyd’in (ra) bu zirve sevgisi karşısında hayretinden gözleri fal taşı gibi açılmış ve şu itirafta bulunmuştu: “Ben yeryüzünde onun kadar sevilen bir tek kişi görmedim.”
Ey sevgisiyle yeryüzünü Cennet eyleyen Sevgili (asm)! Kâbus gibi başımıza çöreklenen nefret ve kin sislerini sevginle dağıt. Can çekişen insanlığa sevgi elini bir kez daha uzat. Uzat ki, herşey birbirimizi sevmekle güzelleşsin. Muhabbet çekirdeği tomurcuklansın ve dünyamız o sevgiyle güzelleşsin.
Ve kardeşliğin o güzel hazzını, imanın gerçek lezzetini dimağımızda hissedelim.
Gül sevginle gül sevdalılarına yegâne gülizâr olan gül Efendim!
Senin sevgine, senin cihanşümûl dâvâna düşman olan cahilî ve lehebî güruh asla iflah olmaz. Bekâ âleminde, yanıldıkları duygu ve düşüncelerinin esiri olmaya mahkûm kalacaklardır. Çünkü;
Hak sillesinin sadâsı çoktur,
Bir vurdu mu devası yoktur.
Salât-ü selâm, tahiyyât-ı ikram, her türlü ihtiram sana, senin âl ve ashâbına ve etbâına olsun.
|
İsmail AKSOY
22.05.2008
|
|
|
Kutlu Doğum Haftası Pdf
|
|
|
|
|
|