AKP’nin kapatılıp kapatılmamasına karar verecek olan Anayasa Mahkemesi üyeleri, dâvâ sürecinde kendilerini giderek ağırlaşan bir baskı altında hissediyorlarmış.
Aslında bu, genel anlamda AKP iktidarıyla birlikte “laik kesim”in kendisini ve “yaşam tarzı”nı tehdit altında gördüğü iddiasının bir uzantısı gibi.
Mâlûm, AKP de başından beri reddettiği bu yöndeki iddiaları kabul noktasına kapatma dâvâsı açıldıktan sonra geldi ve akabinde laiklikle ilgili kaygıları giderme gereğinden söz etmeye başladı.
Cumhurbaşkanı da aynı yönde mesajlar verdi.
Peki, AKP ne yaptı da “laik yaşam tarzı”nı tehlikeye soktu? İddianamede sıralanan örnekler, bu sorunun cevabını verebiliyor mu? AKP iktidarı gerçekten “laik yaşam biçimi” yerine “İslâmî hayat tarzı”nı dayatan bir program mı takip ediyor?
Çok tartışmalı bir konu bu. Öyle ki, zaman zaman yazılarımızda işlemeye çalıştığımız gibi, bu iddiaların tam tersine, AKP döneminde İslâmî hassasiyetlerin aşındığı, toplumdaki dindarlaşmanın dünyevîleşme ve yozlaşma tuzaklarına maruz kaldığı bir sürecin hızlandığına dair kaygılar var.
Vaktiyle mücahit olarak çıktıkları yolda bilâhare müşahit, ardından müteahhit kimliği kazanarak devam edenlerin serencamı ibretlerle yüklü.
Ve işin bu cihetinin başlı başına mercek altına alınıp dikkatle takip ve tetkik edilmesi gerekiyor.
Esasen, laikçi kanattan AKP’ye yöneltilen ve tesettür baskısı ile içki yasağı şeklinde iki maddede özetlenebilecek olan dayatma iddiaları da asılsız.
AKP döneminde kime ne zaman nerede örtünme baskısı yapılmış? Böyle birşey kesinlikle vârit değil. Dahası, bu dönemde özellikle genç kızlarda örtünenlerin sayısının azaldığını gösteren anket sonuçları var. Bir de, tesettürün moda şovlarına ve sosyete haberlerine konu olur hale getirilmesi.
Yine bu bağlamda İstanbul Belediyesinin “büyük hizmet”lerinden biri olarak niteleyip övünerek duyurduğu “plaj açma” icraatı unutulmamalı.
İçki yasağına gelince; orada da laikçilerin çarpıtarak göstermeye çalıştıkları manzaranın tam tersine, bizzat eski İçişleri Bakanı Aksu’nun açıklamasıyla sabit olduğu üzere, içkili lokanta açma prosedürünün bürokrasiden arındırılıp kolaylaştırılması söz konusu. Ve içki verilmediği için eleştirilen belediye tesislerinde de artık bu uygulamanın kaldırıldığına ilişkin haberler gelmeye başladı.
Bunlar böyle iken, AKP başka hangi icraatıyla laikçi kesimin suçlayıcı iddialarına hak verdiriyor? Bunun tek bir örneği var mı? Varsa gösterilsin.
Aksini gösteren örnekler ise saymakla bitmez.
Lisede namaz, falanca özel okulda başörtülüler, filan ilkokulun internet sitesinde Said Nursî’den bir cümle gibi haberler çıktığında Bakanlığın tavrı her biri için derhal soruşturma açmak ve sorumlu görülen yetkilileri cezalandırmak olmadı mı?
İşin garip tarafı, bu konuları gündeme getirenler, açıldığı belirtilen soruşturmaları da “uyutma taktiği” olarak eleştiriyor ve Bakanlığı suçluyorlar.
Yani AKP’nin pek çok konuda düştüğü “İsa’ya da, Musa’ya da yaranamama” durumu orada da defaatle yaşanıyor. Asılsız suçlamalarla hedef alınanlar haksız yere mağdur ediliyor, ama bu suçlamaları yöneltenler yine de memnun edilemiyor.
Sonuçta ise, laikçi kesim sık sık aslı astarı olmayan yaygaralarla ortalığı ayağa kaldırırken, dilediği gibi açılıp saçılma “özgürlüğü” ile rakı keyfinde somutlaşan “yaşam biçimi”ne dokundurmuyor.
Onun için, Türkiye’nin önünde “laiklik kaygılarını yatıştırma” gibi bir gündem ve ihtiyaç yok.
Ama bu kaygılar varmış gibi gösterenlerin, ellerindeki koz ve imkânları kullanarak havayı bulandırıp dengeleri alt üst ederek rejim krizleri çıkarma güç ve potansiyelleri ne yazık ki hâlâ mevcut.
Bir komutanın Başbakan sofrasında bir kadeh rakı istemesi ve yılbaşında hindi yeme özgürlüğünden dem vurmasıyla başlayan 28 Şubat’ı, aradan 11 yıl geçmesine rağmen niye aşamıyoruz?
Ve 12 Eylül+28 Şubat ürünü başörtüsü yasağını birazcık gevşetme girişimi üzerine yeni ve derin bir kriz üretilmesine niçin engel olamıyoruz?
22.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|