AKP, üç seneye yakın süredir dokunmamak için ayak sürüdüğü TCK 301’i nihayet değiştirdi. Hakkındaki kapatma dâvâsının hemen ardından attığı bu adımı, Barroso ile Rehn’in Türkiye ziyaretine yetiştirmek için de çok uğraştı, ama verdiği teklif CHP’li Meclis Başkanvekiline takıldığı için gerçekleşmedi.
Bu kadar senedir yanaşmadığı bir konuyu bir anda gündemin ilk sırasına alma aceleciliği ister istemez “Kapatma dâvâsı ile başları sıkışınca AB’yi hatırladılar” algı ve yorumlarına kapı açtı.
Neticede CHP’li vekilin geçici engellemesi Başkan Toptan’ın ülkeye dönüşüyle aşıldı; teklif komisyon ve Genel Kurul aşamalarındaki kavgalı gürültülü tartışmalarla Meclisten ve akabinde Köşk onayından geçerek yürürlüğe girdi.
Maddedeki Türklük kelimesini Türk milleti, cumhuriyeti Türkiye Cumhuriyeti olarak değiştiren; ceza üst sınırını üç yıl hapisten iki yıla indiren ve dâvâ açılmasını eski 159’da olduğu gibi yeniden Adalet Bakanlığı iznine bağlayan yeni 301’in de temeldeki sorunun çözümü için yeterli olmadığı yönünde yaygın bir kanaat hakim.
Kelime oyunlarıyla, rötuşlarla, makyajlarla işin geçiştirilmek istendiği gibi bir izlenim var.
Asıl çözüm olan 301’in tümden kaldırılmasına bir türlü yanaşılmazken, böyle bir maddenin lâzım olduğuna ilişkin görüşler seslendiriliyor.
AKP’nin hukukçu profesör milletvekillerinden Zafer Üskül ise maddeyi kaldırmak yerine değişiklikle yetinilmesini şu şekilde izah ediyor:
“163 kalktıktan sonra yerine başka maddelerin kullanılması, bize 301’i kaldırmaktan çok değiştirmenin daha gerçekçi olacağını düşündürdü.”
İyi de, mesele zaten bu zihniyetin kullanabileceği maddeleri tamamen kaldırmak değil mi?
Ve işin bu ciheti hak ve özgürlük savunucularınca “Sorun 301’le bitmiyor, başka 301’ler de var, tamamı temizlenmedikçe sıkıntı bitmez” denilerek yıllardır ısrarla dile getirilmiyor mu?
Ama başından beri bu konulara, olayı bir bütün olarak kuşatıp kapsamlı ve kalıcı bir reform mantığıyla yaklaşmayı başaramayan AKP, çok gecikmeli ve samimiyeti de sorgulanan bir adım atarak, 301’i makyajla geçiştirmeyi tercih etti.
Bakalım, yapılan değişiklikler uygulamaya nasıl yansıyacak? Madde fikir ve ifade özgürlüğü üzerinde baskı aracı olmaktan çıkarılabilecek mi?
Bu çerçevede konuyla ilgili olarak Adalet Bakanının savcılara gönderdiği yazı dikkat çekici.
Aşağılama içermediği sürece, kırıcı, şok edici ya da rahatsız edici olsa bile düşünce beyanları için 301’den dâvâ açılmamasını istiyor Bakan.
Ve ayrıca şu taleplerde bulunuyor:
* Her suç duyurusunu işleme koymayın.
* AİHM kriterlerini unutmayın.
* Soruşturma için Bakanlık izni gelmeden, suçlanan kişilerin ifadesine başvurmayın.
* Bakanlık soruşturma izni verse bile siz mutlaka dâvâ açmak zorunda değilsiniz.
Bütün bu talep ve tavsiyeler, 301 soruşturma ve dâvâlarında savcıları daha fazla inisiyatif almaya ve sorumluluğu üstlenmeye davet ediyor.
Ve bir anlamda Bakanlık, dâvâ açma izninin tekrar kendisine iade edilmiş olmasının getireceği yük ve mes’uliyeti olabildiğince üzerinden atarak topu savcılara aktarma refleksi sergiliyor.
Bakalım, savcılar bu tavsiyelere ne kadar uyacaklar ve söz gelişi, askerden gelecek suç duyuruları için re’sen “soruşturma ve dâvâ açmama” cesaret ve inisiyatifini gösterebilecekler mi?
Ya da, maddede değiştirilmesi ısrarla istenen “aşağılama” kelimesini savcılar nasıl yorumlayacaklar? Eskiden en sıradan eleştirileri dahi, metnin önceki halinde yer alan “tahkir ve tezyif” kapsamında görerek dâvâ açanlar, “aşağılama” ibaresini uygulamada nasıl değerlendirecekler?
Temennîmiz, Bakanlığın genelgesindeki yaklaşımın savcılar ve hakimler tarafından içselleştirilip, yargının sırf düşünce ve ifade hürriyetini kısmak için açılan dâvâlarla meşgul edilmemesi.
Ve yargının 28 Şubat etkisinden kurtulması.
15.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|