Geçenlerde Mehmet Barlas’ın kayınbiraderi Can Paker’in evinde Mesih’in havarileriyle birlikte yediği son akşam yemeğine benzetilen bir akşam yemeği verildi. Yemek dillere destan oldu. Aslında bu yemek bir başka fasıl. Ve bu yemeği biz Refah Partisi’nin son dönemlerinden de hatırlıyoruz. Aydın Menderes’in Flash TV’de söylediği gibi o zaman da böyle bir yemek Mehmet Barlas’ın evinde verilmişti. Barlas ve Can Paker sıradan birileri değil. Kralların sofralarında ağırlanma gibi bir özellikleri var. Bazen de cumhurbaşkanları (Özal) ve başbakanların sofralarında ağırlanabiliyorlar. Bu ağırlama ve ağırlanma ağırlıklarından gelse gerek. Önceki yemekte Mehmet Barlas’ın bazı telkinleri olmuştu ve ezcümle şunları söylemişti: “Siyasal İslâm’ı bırakmadıkça sizinle olan yol beraberliğimiz uzun sürmeyecektir…” Bunun üzerine hazirun arasında bulunan Erbakan Hoca hiç tepki vermezken genç bir isim öne atılmıştı. Recep Tayyip Erdoğan... Bu siyasî tarzı bırakacaklarını söylemişti ve herhâlde Millî Görüş gömleğini çıkarmanın bidayetini bu ‘kutlu yemeğe’ hamledebiliriz. Mehmet Barlas lisan-ı hâliyle o yemekte şöyle demişti: “Et tarik kable’r refik/önce yol, sonra yoldaş...” Recep Tayyip Erdoğan ise klasik tarzıyla ‘er refik kable’t tarik/önce yoldaş sonra yol’ demişti.
Türkiye’de mahir kaplumbağa terbiyecileri vardır. İşleri güçleri İslâmî kesimleri terbiye etmektir. Bu işin sonu nereye varacak ben dahi merak ediyorum. 28 Şubat sürecinde Refahyol gömleğinin çıkarılması aşamasında camia her yönden terbiyeden geçti. Gazeteciler ve düşünce adamları Mehmet Barlas’ın terbiye ve tezgâhından geçtiler. Yine tezgâhından geçtikleri birisi de Türkiye’nin Tzipi Livni’si olmaya lâyık birisi. Terbiyenin gazetecilik ve fikir ayağını Mehmet Barlas deruhte ederken siyasî ayağını da Can Paker üstlenmiş olmalı. Bu elbetteki sadece bir tasavvur.
***
İkinci yemeğe gelecek olursak; Mesih’in son akşam yemeğine benzetildi demiştik. Peki aralarında Mesih ve şakirtlerine benzeyen var mıydı? Bir yönüyle orada anti-mesihçi görüşler sudur etmiş. Kilise’nin Zapatero’ya isyanının sebebini hatırlatan fikirler sâdır olmuş. Sofradakiler Mesih gibi veya Eflatun gibi semayı ve göğü gösterecekleri yerde Aristo gibi yere işaret etmişler. Sofranın baş mimarı Can Paker ertesinde Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı ile geceyle ilgili yaptığı sohbette gecede geçenlerin hulâsasını arzetmiş. Ezcümle ‘Erdoğan, türbanlıların hakları kadar eşcinsellerin haklarını da düşünmeli demiş…” Elbette bu sözler ferman kabul edilmiş. Ertesi günü de etkisini göstermiş. Etkisiyle ilgili haberi de Akşam gazetesinin bir haberinde görüyoruz. Bizim hacı arkadaşı Ali Ekber Ertürk haberi şöyle vermiş: “Başbakanlık’a eşcinsellerin davetiye trafiği…” İnsan Hakları İstişare Toplantısı’na ilk kez eşcinselleri de davet etmişler. Paker-Erdoğan ilişkisi bana nedense Tansu Çiller ile Doğan Güreş ilişkisini hatırlattı. Bir sobette Güreş Paşa ‘Bize tak diye emreder biz de şak diye yaparız’ deyince lakabı ‘Tak-Şak Paşa’ya çıkmıştı. Şimdi burada ondan daha öte bir durumla karşı karşıyayız. Can Paker birgün önce söylüyor, ikinci günü meriyete giriyor. Etki diye veya ‘tak şak ilişkisi’ diye ben işte buna derim.
***
Peki eşcinsellere riayet ve ihtimamın tavsiye edildiği masa Mesih’in havarileriyle son akşam yemeğine benziyor mu? Tek benzerlik belki de Tayyip Bey’in geleceğinin yargı giyotininde olmasıdır. Ondan öte benzeşik durumlar sezemiyorum. Eşcinsellerle ilgili tavsiye anti Mesihçi bir tutum. Meseleyi kılıfına ve kitabına uyduruyorlarsa o tabii ki başka bir durum. Neden olmasın? Amerikalı iki kafadar papazın Mesih böyle emretti diye kendi aralarında nikâh kıymaları gibi. (Bak: The Times, April 29, 2008: Gay Rites; New Hampshire’s Bishop Gene Robinson is about to enter into a civil union. In a new book the Anglican Clergyman explains why he wanted to formalise his 20 year relationship)
‘Allah ve Mesih böyle istiyor ve beraberliğimizi takdis etsin’ diyor. Can Paker’in meşrep ve mezhebini elbetteki bilmiyoruz. Ama bu tür papazlarla kendi tezini savunabilir ve anti-christ bir yemek olarak da tezahür eden yemeği Mesih’in son yemeği olarak da pazarlayabilir ve kendisine inananları ve yolundan gidenleri avutabilir. Son akşam yemeğinin üstadı a’zamı mesabesindeki zât laikçilerle AKP’nin çatışmasının dinî bir çatışma değil; sınıf çatışması olduğunu ileri sürüyor. Bu söz Mesih’ten ziyade marksist tahlile uygun düşse de fevkalâde yerinde bir tespittir. Ama Mesih canibinden olmadığından onlara mesihvâri bir tavsiyede bulunması beklenemezdi doğrusu. Mesihvâri bir canipten olsaydı; ‘İzhed fi’d dünya yühibbekallahu izhed fima indennasi yühibbukennasu’ düsturunu hatırlatırdı. Yani, dünyadan vazgeç ki mahbub-u Hakk olasın. İnsanların ellerindekinden veya dünyalıklarından vazgeç ki onların mahbubu olasın. Kimbilir bu zihniyetle nice insan haramla tanıştı ve kimyasını kaybetti. Can Paker sınıf diyalektiğini en iyi bilenlerden ama yine de şakirtlerine bu denklemden başka tavsiye edebileceği bir şeyi yok. Sadakı boş. AKP’lileri çağıracak başka kapı bilmiyor. AKP’liler bu durumda: “Laikler bize dini yasaklıyorlar. Dünyayı da yasaklıyorlar” diye düşünebilirler. Ama kendi dinine sahip çıkmayanların başkalarının dünyasına sahip çıkmaları reva mıdır? Ve yine başbakanlığa mağdureler olarak eşcinseller yerine başörtülüleri çağırsalardı yine yanmıştı keten helva... İktidar için ne olursa yaparım tarzının sonu budur.
15.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|