Şükrü BULUT |
|
Zafer Bey’in çıkış noktası... |
İlköğretimdeki başörtülü kızlar tartışması, çoktandır kamuoyundan kaçırılan bir hakikati, müdakkik nazarlara sunma fırsatı verdi. Dinsiz felsefenin öğretileriyle yetişmiş, gençliğinde bu istikametteki hareketlere katılmış ve ehl-i kalem olduklarından kırklarından sonra liberal sol veya özgürlükçü geçinen bir neslin yardımıyla demokrasinin Türkiye’ye gelemeyeceğini; bu ülke Müslümanların onların desteğiyle temel hak ve hürriyetlerine kavuşamayacağını ve herşeyin aslına rücu edeceği düsturuyla bu neslin, temel özgürlükler ve insanî değerlerle süslenmiş bir demokrasiye taraf olamayacaklarını söyleyerek geliyoruz. Biliyoruz ki, küfrün mahiyetinde istibdat, anarşi ve kaos vardır. Liberal sol kimlikli kuşağa farklı bakış ve itirazların olduğunu biliyoruz. Durduğumuz yer ve baktığımız adese burada önemlidir. Kuzey Avrupa menşeli din karşıtı felsefenin prensiplerini benimsemiş, söz konusu görüşleri hayatının her karesine tatbik etmiş ve akademisyen olduğu mekteplerde tedris etmiş ve şimdilerde ise bazen medyada, bazen politika mahfillerinde gizli kapaklı niyetlerini izhar eden bu zevatı, 12 Eylül ve 28 Şubat süreçleri maalesef dindarlarla aynı kamplara sürdü. Zahirî ortak paydalarının yalnızca “özgürlük” olduğunu biliyoruz. Bu özgürlüklerin mahiyeti mevzubahis olduğunda, felsefenin din karşıtı şakirtleriyle şu millet arasındaki derin fark ister istemez ortaya çıkıyor. Hem Özal’ın ve hem de AKP hükümetinin bilhassa Batıya ve Selaniklilere bakan ileri karakollarında, bu düşünceyi benimsemiş kişiler ilk başta onların siyasetlerine zarar vermeyebilir. Fakat ihtilâllerin bu hükümetlere sağladığı taze kuvvet azalıp, beyan ile icra arasındaki açı genişleyip cilalar dökülmeye başladığında, herkes “öz kimliğiyle” ortaya çıkmak zorunda kalıyor. AKP gibi siyasal İslâmdan gelen bir hükümetin “insan hakları sorumlusunun” tesettür mağduriyetinden inleyen yüz binlerce kadın ve genç kızımıza destek bir beyanına veya Meclis çalışmasına maalesef mülâki olamadık. Buna karşın Avrupa’daki sefih ve dinsiz neoliberallerin insanî temel değerleri tahrip istikametindeki çalışmalarına Zafer Bey ve aynı düşüncedekilerin ne kadar destek olduklarına, hem medyada ve hem de Meclis çalışmalarında açıkça şahit oluyoruz. Türk ailesini dağılmakta olan Batı ailesinden ayıran “millî prensiplerimizi” kanunlarla devre dışı bırakmak, kadına pozitif ayrımcılık yaparken onu ebeveyn, eş ve evlâd korumasından mahrum bırakmak ve Avrupa’da büyük tepki gören homoseksüelliğe arka çıkmak gibi gayretleriyle meşhur Zafer Bey’in “tesettürlü ilköğretim kızlarına” yaklaşım biçiminin aynı zamanda tarihi kökenleri de vardır. Zafer Bey ve fikirdaşlardının düşünce kaynaklarına indiğinizde, yolunuz bizzarure 19. yy sonlarında ve 20. yy başlarındaki “devrimci felsefenin” anavatanına düşecektir. Milliyetperverlerinin yardımıyla tam yedi kez “dünya psikoloji konferansı” düzenlemiş Freud ve arkadaşlarıyla tanışacaksınız. Aile ocağını “faşizm merkezi” kabul eden “serbest beden kültürünü” başlatan ve bütün otoritelere başkaldıran bu düşüncenin bilhassa Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkelerindeki acı neticelerini ailede, kadında ve bilhassa gençlikte göreceksiniz. Belki de sosyal ilimlerde Freud’u üstad edinmiş Leo Troçki’nin Rusya'sındaki “Çocuk Çiftliklerini” ziyaret fırsatı bulacaksınız. Çocukların arasında Stalin’in oğlunu da göreceksiniz. Bütün bu icraatların, semavî dinlere baş kaldırmış dinsiz felsefenin “özgürlük ve modernitesinin” mahsulleri olduğunu unutmamak gerekiyor. Zafer Bey’in “Çocukları devlet alabilir” düşüncesi Leo Troçki’ye aittir. En büyük terbiyeci Lenin ile yardımcısı Vera Schmidt’in projesidir. Türkiye devrimcileri bu projeyi “Köy Enstitüleri” üslûbuyla uygulamışlardı. Çalışkan çocukları milletin gözünden ırak yerlerde “dinsiz felsefenin öğretileriyle” yetiştirmeye çalışan Kemalist devrimciler—haşa—yeni bir ulus yaratmanın peşi sıra koşuyorlardı. Hem klâsik resmî Kemalizmi ve hem de Liberallerin savunduğu Kemalizmi yukardaki tarihî zaviyeden inceleyen tarihi araştırmacılar, çok ilginç şeylerle karşılaştılar. Dinsiz felsefenin enaniyetini şişirdiği bu yeni modern devrimci veya değişimciler, eski yoldaşları gibi herkesi kendilerine benzetme sevdasındadırlar. “Elit hastalığı” da kabul edeceğiz bu düşünce mensupları, ötekilerini cahil, yobaz, kapitalist, faşist, gerici ve özgürlük karşıtı niteleyerek, yalnızca kendilerine münhasır “hürriyet anlayışlarını” galip oldukları yerlerde ortaya koyarlar. Onların Atatürk düşmanlığı Kemalizmin fosilleşen diktasından global modern komünizme veya yeni Liberalizme geçiş sürecidir. Temel ilke ve düşüncelerde Kemalizm’den zerre farkı yoktur, inançlarının... Çünkü aynı kaynaktan içiyorlar. Üniversitede tesettüre hayır demenin dünyada maskaralık olduğunu bilen Zafer Bey ile Nimet Hanım gibi politikacılar, hiç olmazsa sair okulları ve devlet dairelerini bu "facia"dan—akıllarınca—kurtarmaya çalışıyorlar. Halbuki bin seneden beri Kur’ân’a bayraktarlık yapmış olan bu millet, tesettürün nerede başladığını ve nerede bittiğini Zafer Bey’den de Nimet Hanım’dan da iyi biliyor. Avrupa’daki neoliberal yoldaşlarından ve bilhassa Turuncu Devrimcilerden büyük destek alan bu ekibin mahiyetini gizlemeye çalışan siyasal İslâm kökenli politikacılar, şahsî çıkarlarını milletin zararında aradıklarının belki de farkında değiller. 01.11.2010 E-Posta: [email protected] |