Murat ÇETİN |
|
Sorulu kuvvetler |
Bizim kontrol altına alınmış meraklarımız vardı. Sorularımızın bir üst sınırı. Ancak bir yere kadar merak edebilirdik, ki zaten o sorunun da ve cevabı verilmiş olurdu. “Neden Ankara başkent yapıldı?” “Çünkü ülkenin ortasındaki şehrin işgali zordur, o yüzden.” Bize bunun üzerine ikinci bir soru sorma hakkı verilmemişti. Zira cevabı yoktu. Alfabemiz değişmişti, çünkü “Arap alfabesi” zordu, üstelik Batıyla bütünleşmemiz gerekiyordu. “Peki ya Japon alfabesi?” diye soramazdık. Sorma limitimiz yetmezdi çünkü. Eğer limitimizi zorlarsak, önceden hazırlanmış kimi yaftalar vardı, misal “irtica” gibi. “Neden Meclisin iradesi sınırlanıyor?” “Olur böyle şeyler demokrasilerde. Bakın aşağıda saydığım ülkelerde de oluyor böyle şeyler.” “İyi de siz özgürlükleri kısıtlama, demokrasiyi azaltma yönünde sınırlandırıyorsunuz.” İşte rejimimiz ona bir cevap hazırlayamamış, dolayısıyla soru sorma limitiniz dolmuştur. “Askerlik neden zorunlu?” diye sorduğumuzda, “Biz asker milletiz”, “Dört tarafımız düşmanlarla çevrili”, “Jeopolitik yerimiz ve önemimiz” gibi standart cevapları geçip, “Gerçekten de asker millet miyiz?”, “Say o düşmanları” ya da -amiyane filan ama- “ne alâka?” diyemiyorduk. Çünkü bir limitimiz vardı. O limitten sonrası ise “asker düşmanı” ile suçlanmaktı. Bir de hiç konu edilmediği için sorusu bile olmayan alanlar vardı. O konular zaten hiç açılmadığı için soru riski de baştan ortadan kaldırılmış oluyordu. Meselâ “Neden askerlerin ayrı bir yargısı var?” diye sormuyorduk. “Madem var, niye orada siviller yargılanıyor?” diyemiyorduk. Bütün bu soruları aşıp da “E peki bu mahkemeler bağımsız mı?” diye soramıyorduk. Akıllarımız öğretilmiş sorular ve onların öğretilmiş cevaplarıyla “öğretilmiş bir tatminkârlık” (böyle bir deyim var mı psikolojide bilmiyorum, ama olmalı) ile doluydu ki, askerî mahkemelerde hakim olmayan subayların görev yapması bize tuhaf gelmiyordu. Hatta o kadar ki, askerî yargıyı tartışıp, “Genelkurmay Başkanı’nı yargılayacak bir mahkemenin kurulması imkânsız” diyenler bile, o “neden” sorusunu aklına getirmiyordu. Şimdi elimizde soracağımız yüzlerce “Peki ama neden?” soruları var. “Jeopolitik” gibi karmaşık ve uzman görünümlü cevaplardan da, “Bize özgü şartlar” gibi muğlak ve her tarafa yontulabilecek karşılıklardan da uzak, samimî cevaplar aradığımız sorular… Aslında cevabını bildiğimiz ve -madem samimiyetten söz açıldı- cevap da aramadığımız sorular. Artık bir şeylerin değişmesi için sorduğumuz sorular. Ve gücümüz silâhlardan değil, işte bu sorulardan geliyor. 30.09.2009 E-Posta: [email protected] |