Ramazan ayı ve bayramı derken, her yıl Eylül’ün yirmi altısında kutlanan Türk dili bayramı dolayısıyla medyanın çok azına yansıyan devlet büyüklerinin mesajlarının hatırlattıklarından hareketle, değerlendirme fırsatı bulamadık.
Evet, mademki kutlama sebebiyle yayınlanan mesajlarda ifade edilen ortak fikir, dil seferberliğidir; o hâlde bu mevzu üzerinde birkaç kelâm etmenin yeri ve zamanıdır. Zira kamuoyu bu tarz konular üzerinde ısrarcı bir biçimde yazılan yazılara sağolsun bigâne kalmakta ve dudak büküp “yine aynı teraneler” diye işi savsaklamakta…
Her ne kadar Türk Dil Kurumu ve dahi Türk dili ile ilgili diğer kurumlar Türkçe’nin gelişmesi için kayda değer çalışmalar yapsalar da ortalıkta sürü ile gezen yanlış kullanım ve yabancılaşmadan anlaşılıyor ki, bir bilinç eksikliği ve nemelâzımcılık kol gezmekte. Bireysel anlamda zaten durum iç açıcı olmadığı gibi, medyada da farklı değil. Üstelik etkileyebilme işlevi ile Türkçe duyarlılığı arasındaki ters orantıyı görünce, endişe verici bir olgunun var olduğunu kestirmek hiç de güç değil. Meselâ spor medyasının kullandığı dil tam bir facia. İnsan herhangi bir spor gazetesini eline aldığında, hangi cümle ya da kelimelere dokunacağını şaşırıyor. Abuk sabuk kelimeler, futbol terimi diye ortaya konan ifadeler, cümle ve kelime düşüklükleri bunlardan bazıları. Hele ki “hakem üçlüsü” yerine “hakem triosu”, “oyunu lehine çevirmek” yerine “oyunu forse etmek” ve “oyunu rölantiye almak” gibi caka satan ifadeler yok mu, onlara bitiyorum. Köşe yazılarında kullanılan yarenlik edebiyatı ile spor programlarında kullanılan mahalle ağızlarına ise hiç değinmiyorum. Zira orası çıkmaz sokak…
Sadece dikkatli bir nazar, çevremizde olup biten dil arızalarının ne kadar çoğunlukta olduğunu keşfetmede yeter de artar bile. Hep söyledim, yine söylüyorum ve daima da söyleyeceğim. Hani bizim şu meşhur “de” bağlacı ile “-de” ekinin kullanımı var ya, ondan bahsediyorum. Sonu sert ünsüzle bittiği hâlde, “-de” ekini neden “-te”ye dönüştürmezler, akıl sır erdirmek mümkün değil. Söz gelimi, “Selçuk’ta” doğru iken, ısrarla “Selçuk’da” yazılır. Çoğu yerde ise, “de” bağlacı ya değişime uğrar, ya da bitişik yazılır. Hani sokaktaki Cemil Efendi neyse de, editorleri içinde barındıran koca basın yayın kuruluşlarının sürekli aynı hatayı tekrarlamaları içler acısı. Ne zaman olduğunu tam hatırlamıyorum; bir internet haber sitesi Türkçe’yi en güzel kullanan site ünvanıyla ödül almıştı. Şaşırdım; hemen her gün takip ettiğim sitenin o kadar dil hatasına rağmen ödül alması, diğer sitelerin dil konusunda daha beter durumda olduğunu mu gösterir bilinmez; ama o ödülü dil hassasiyeti orta seviyede olan bir site alıyorsa, bu, dilde yandığımızın resmidir.
Dil denince, nedense hep yazı akla gelir. Oysa sözlü iletişim denen bir olgu da var. Özellikle beyaz ekranda “elifi görse mertek sanacak” türden o kadar sunucu var ki, insanın dehşete kapılası geliyor. Evet; bir sözüyle belki de milyonları etkileyebilecek söz cahili sunucunun dil cinayeti, dehşetten başka bir şey değil. Abuk sabuk ifadeler, yüklemi perişan, öznesi meçhul ifadelerin çıktığı ağızlardan yayılan ses kirliliğine karşı çocukları ve kitleleri korumak lâzım diyeceğim ama, “Aman sende!” sözleri kulağımda çınlıyor sanki.
Bunların dışında bir de kavram karmaşası ve yabancı kelime hayranlığı ile yabancı işyeri adları var ki, ona ne yerimiz yeter ne de nefesimiz. Çünkü bu konuda ülkemiz tam bir cennet. Hani “ayağını oynatsa bir testiye değecek” gibisinden bir ortam var. Ama ben, bugünlerde sadece günlük konuşmaların giriş cümlelerinde dillere gitgide pelesenk olan “Meselâ örneğin, diyelim ki…” gibi ifadelerin ardışıklığına diş bilemiş durumdayım. Peki; “meselâ, örneğin, diyelim ki” dil bayramını kutladık, basın yayın organları ile günlük konuşmalarda Türkçe de bayram edecek mi? Bu “Vizontele” kültüründe zor efendim, zor…
Ne diyelim, Allah, Türk Dil Kurumu’na yardım etsin…
06.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|