Kış, derinden gelen bir sesle çağırıyor bizi. Sonbahar ise kitaplarda anlatıldığı gibi kendi zamanını, Eylül’ü kaçırmadı, geldi.
Bizse okulun arka sıralarındaki haylaz çocuklar gibi, duymazdan, görmezden geliyoruz. Her sene yazdan sonra sonbahar diye bir mevsim geldiği konusuna çalışırken hep elektrikler kesilmiş, hep misafir gelmiş sanki, bilmiyoruz.
Üşüdüğümüz halde, kısa kollu gömleklerle, ince kıyafetlerle dışarı çıkmamız bundan. Tıpkı ilkbaharın başında güneşi görür görmez ceketleri, montları atıvermemiz gibi.
Oysa akşamları pencereleri kapatıp oturduğumuzda almaya başlamalıydık kışın çağrısını. Ya da geceleri yorgana daha fazla sarıldığımızda.
Tatile giden öğrenciler aileleriyle beraber döndüğünde, sonbaharın mesajı ulaşmış, kışın sesi duyulmuş olmalıydı.
Üşüye üşüye de olsa hâlâ balkonda oturmaya devam etmek, hâlâ buz gibi su içmek, günleri hâlâ uzun gibi yaşamaya devam etmek de bundan olmalı.
Hocanın soru sorduğu öğrenci sensin arka sıradaki tembel öğrenci.
Kışın geliyorum sesi sana.
Sonbaharın buradayım mesajı sana.
Sana sanki “Bu daha iyi günlerinmiş” diyecekmiş gibi bakma. Emin ol senden daha müşfik, daha sevecen, daha iyimser.
Yerini ve sınırlarını senden daha iyi biliyor.
Aman canım ne olacak diye yakmıyor meselâ seni Kasımda.
Birden uzayıvermiyor günler Aralıkta.
Giy hırkanı ve sonbaharı yaşa. Ayak sesleri gelen kışa el salla.
Pencereleri sıkı sıkı kapatırken, hayatı içeri almayı unutma.
Senin için geldi sonbahar, senin için gelecek kış.
Senin, benim ve herkes için…
22.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|