İnsan bir yolcudur şu dünyada. âlem-i ervahtan, rahm-i madere, rahm-i maderden sabavete, sabavetten çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre giden bir uzun seferdedir. Ve bu uzun seferin bineği de terbiye ve eğitimdir. Binek ne kadar sağlam olursa, yolculuk da o kadar emniyetli ve güvenli olur.
Rahm-i maderde başlar bu eğitim ve terbiye. Mezara kadar devam eder. Said’i Bediüzzaman, Emir Kulal’ı Şah-ı Nakşibend’e hoca yapan, Geylani’yi Gavs-ı Âzam yapan bu sır eğitim ve terbiyedir. Nuriye Hanım Said’e hamileyken abdestsiz yere ayak basmaz, Said’i abdestsiz emzirmez. Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin annesi, ona hamileyken haram ve şüpheli şeylerden titizlikle uzak durur. Çocuğuna, yediği şeyler şüpheli olan kadınların süt annelik yapmasını istemez. Henüz dört yaşındayken olağanüstü haller görülmeye başlar Şah-ı Nakşibend’de. Bir gün annesi süt sağarken yanına gelir ve "Anne, bu inek önümüzdeki baharda bem beyaz bir buzağı yavrulayacak” der. Haber verdiği gibi çıkar. Emir Kulal Hazretlerinin annesi ona hamileyken şüpheli bir lokma yiyecek olsa karın ağrısı başlarmış. O lokmayı çıkarmadıkca, karın ağrısı geçmezmiş. Anlamış ki, karnında taşıdığı çocuktan ileri geliyor bu. Ve yiyeceği lokmaya çok dikkat edermiş.
Abdulkadir Geylani Hazretleri doğruluk dersini annesinden alır daha çocukken. Yolunu kesen eşkiyalara annesinin cübbesinin kolunun altına diktiği paraları haber verir. Bu duruma şaşıran eşkiyaların “Paraların yerini neden söyledin?” sorusuna “Annem bana hiç yalan söyleme dedi. Ben de ona verdiğim söze sadık kalmak için size doğruyu söyledim” der. Eşkiya reisi “Annen nereden bilecek senin burada yalan söylediğini?” deyince “Annem bilmese de Allah da mı bilmez, görmez? Allah her şeyi bilip gördüğü gibi, sizin yaptığınız bu soygunu bile biliyor ve görüyor.” İşte Geylani’nin daha on yaşındayken verdiği bu ders eşkiyayı tövbekâr eder, Geylani’yi Gavs-ı Âzam mertebesine çıkarır.
Bediüzzaman Hazretleri “Bir çocuğun en tesirli muallimi onun validesidir” diyor. Ve hayatı boyunca seksen bin zatlardan ders aldığını, fakat annesinden aldığı dersin ruhunda çekirdekler hükmünde yerleştiğini ve sair derslerinin bu çekirdekler üzerine bina edildiğini söylüyor.
Çocuğun eğitiminde babanın rolü de çok önemli. Mübarek zatlardan birisi diyor ki: "Babam bize çocukluğumuzda hiçbir zaman namaz kılın demedi. Kalkar, heyecanla abdest almaya gider, temiz elbiselerini giyer, seccadesini açar ve huşû içerisinde yavaş yavaş, lezzet alarak sûreleri okurdu. Onun bu hali bizi de harekete geçirir, büyük bir iştiyakla arkasında durur, biz de namaz kılardık.”
Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha tesirlidir. Anne veya baba çocuğun gözü önünde namaz kılmazsa, derse gelip ders esnasında başka bir odada sohbet ederse, o çocuk da ebeveynin ayinesi olur. İleride ebeveyn ayinede aynı manzarayı seyreder.
Hadis-i şerif diyor ki: “Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Onu annesi ve babası Hıristiyan ya da Yahudi yapar.” Çocuklar ebeveyninden aldığı eğitimle şekil alıyor. Âlim de olabiliyor, zalim de. Meşhur bir hikâye var. Memleketin birinde bir annenin bir tek evlâdı varmış. Bir gün komşunun kümesinden bir yumurta çalıp getirmiş. Anne “Aferin oğlum “demiş. Bu aferin çocuğu, ertesi gün eve komşunun kümesinden aldığı tavukla gelmiş. Anneden bir aferin daha. Çocuk durur mu? Koyun, keçi derken usta bir hırsız olmuş. Ve bir soygunda silâhlı çatışmaya girerek, bir adamın ölümüne sebebiyet vermiş. Hem hırsız, hem katil. Cezası idammış. Anne ağlamış sızlamış, “Aman yapmayın, asmayın oğlumu” diye. Ama ne fayda. Kanunun önüne geçememiş. Gence asılacağı gün son isteği sorulmuş. Genç ilginç bir istekte bulunmuş. ”Annemin dilinden bir kez öpmek istiyorum“ demiş. Herkes şaşırmış bu isteğe. Ve anne getirilmiş. Anne dilini uzatmış öpmesi için evlâdına. Ama genç bir hamlede annesinin dilini ısırmış ve bir parçasını koparmış. Anne basmış feryadı. Oradakiler gence "Hayırsız, yaptıkların yetmedi, bir de annenin dilini kopardın” demişler. Genç şu manidar cevabı vermiş:
“Annemin dilini ısırmakla hayatımdaki en isabetli işi yaptım. Çünkü ben küçükken yumurta, tavuk ve daha pek çok şey çalar, eve getirirdim. Annem bana aferin diyeceğine, nereden aldığımı sorup, hırsızlığın kötü birşey olduğunu anlatsaydı ben de bu kötülükten vazgeçerdim. Şimdi ben suçluysam bunun sebebi annemdir. Annem de diliyle beni bu suça ittiği için dilinin cezasını çekmeliydi.”
Evet, bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi ve İslâmî terbiye almazsa hem dünyada, hem de ahirette ebeveyninden şekvacı olacaktır. Peygamberimiz buyuruyor ki: ”Çocuğunuza bırakacağınız en güzel miras, onu hem dünya ve hem de ahiret mutluluğuna eriştirecek terbiyedir.”
Bin aydan daha hayırlı olan bu Ramazan ayında çocuklarımızın teravih namazlarına iştiraki, oruç tutmaları takdire şayan. Ve müjdelercesine ”Abla ben namaz kıldım. Oruç tuttum” demeleri bizi duygulandırıyor ve çok mutlu ediyor. Bilhassa kız çocuklarının namazda oturuşumuzdan başörtü bağlayış şeklimize kadar bizi model almaları mes’uliyetimizi arttırıyor. Daha ilkokul 2’ye giden Asiye ve 1. sınıfa giden Şükran okula başörtülü gitmek istiyorlar. Dışarıda başörtülü gezmek istiyorlar. Tamamen kendi tercihleri. Hatta okulda öğretmenleri onların başörtülü halini çok sevimli buluyormuş. Çocuklarımızın dinî değerlerimize duyduğu bu muhabbet bizleri son derece mutlu ediyor. İstikbal bizim İnşaallah.
15.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|