Günlerdir gündemimizi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Türkiye-Ermenistan millî maçını seyretmek için Ermenistan’a gidip gitmemesi meşgul ediyordu. Muhalefet karşı çıkıyor, hissî davrananlar karşı çıkıyor, iki milletin karşılıklı hoşgörü ve iyi ilişkilerini haz edemeyenler ve her zaman gergin bir ortamda olmasından memnun olanlar veya ırkî bir milliyetçilik duygusu güdenler, bu dâvete icabet ihtimalinden pek memnun görünmüyorlardı. Ama akıl ve mantık, böyle bir ziyaretin her iki milletin geleceği için de güzel neticeler vereceğini söylüyordu. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da, akıl ve mantığın sözünü dinleyerek, Ermenistan’a gitti ve maçı seyretti. Sayın Abdullah Gül gitti de ne oldu? Kötü bir şey mi oldu? Dünya mı yıkıldı, kıyamet mi koptu? Netice itibariyle, maç 2–0 Türkiye’nin galibiyetiyle sona erdi. Maçın sonucu zaten mühim değildi. Mühim olan dostluk ve barış duygularının pekiştirilmesi ve geleceğe yönelik bir yeşil ışık yakılmasıydı.
Türkiye’de bütün bunlar olurken, aklıma Kahire’de yaşadığım bir olay geldi. Mısır’da genelde Türk damak tadına uygun yiyecekler bulmakta çok zorluk çekmiyoruz. Ama zeytin, beyaz peynir, sucuk vs. gibi bazı gıdaları bizim damak tadımıza uygun bulmak oldukça zor olduğundan, (artık Türk peyniri satılmakta, ama ilk etapta yoktu) sürekli yanımızda giderken götürmek zorunda kalıyoruz. Normalde bal tüketen bir kişi olduğumdan, reçeli pek aramıyordum. Günlerden bir gün hem misafirim geleceğinden, hem de değişik bir tat denemek istediğimden reçel aldım. Ama reçel dedikleri tamamen renkli bir jöleden ibaretti. Birkaç marka denedim, Mısır markası, Amerikan, İtalyan, Fransız... Ama hiçbiri reçel gibi reçel değildi. Tam “artık reçeli de Türkiye’den getirmek zorunda kalacağız” diye düşünürken, bir gün rafta gözüme şeftali, ceviz, çilek, portakal, vişne gibi, çeşitleri sadece Türkiye’de bulunabilen bir reçel markası ilişti. Hemen aldım ve denedim. Reçel, annemin reçellerinden farksızdı. Hangi ülkeden olduğuna baktım: Ermenistan malıydı. Gülümsedim. “Birbirlerine bu kadar yakın iki kültürüz biz” dedim kendime.
Etle kemik gibi birbirine geçmiş bu iki millet; asırlarca bu kadar benzer kültürleri, coğrafyayı paylaşmış, tarih boyu Anadolu’da beraber yaşamıştır. Buna rağmen, geçtiğimiz asrın başlarında bu milletin düşmanı olan yabancı güçlerin kışkırtmasıyla bu iki millet birbirine düşman edilmiştir. O günden bugüne de gerginlik yine aynı güçlerin etkisiyle sürekli devam etmekte ve gündemde tutulmaktadır. Bunun, her iki millete de faydası olmamaktadır. Ermenistan gittikçe fakirleşen, içinde bulunduğu coğrafya ve komşularına oranla güçsüzleşen bir ülke olmakta, Türkiye ise birçok uluslar arası arenada farklı sorulara ve baskılara maruz kalan ve yıllarca iç içe yaşadığı millete bir nev'î düşman gözüyle baktığı varsayılan bir ülke haline getirilmektedir.
Halbuki büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin -ki doğup büyüdüğü coğrafyada Ermenilerle yıllarca iç içe yaşamış ve tecrübe sahibi olmuştur- bu konuyla ilgili de güzel görüşleri vardır. Meselâ: “Size bunu katiyyen söylüyorum ki şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir (bağlıdır). Fakat mütezellilâne (kendimizi alçaltarak değil) dost olmak değil; belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, musâlâha (barış) elini uzatmaktır” sözünde olduğu gibi, bu milletin saadetini gerçekten temin edecek olan şey, yine Said Nursî’nin ifade ettiği üzere “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: dostlarına karşı mürüvvetkârâne (cömertçe, iyilikle) muaşeret (iyi geçinme) ve düşmanlarına sulhkârâne (barışçı bir şekilde) muamele etmektir”.
Kanada’ya kadar beraber yolculuk yaptığım ve aynı kongrede katılımcı olduğumuz arkadaşım Armen’le de muhabbetimiz neticesinde, biz gençlerin bunu değiştirebilecek, ittifakı sağlayabilecek güç olduğumuzu konuşmuştuk. Zira Armen’e “Sence umut var mı?” diye sorduğumuzda “Şu an beraber oturup, en hassas meselelerimizi konuşuyoruz. Bu bile büyük bir başlangıç. Sizce umut yok mu?” deyişi de bizi bir kere daha ümitvar yapmıştır. Eminim ki, geleceği ellerinde tutan biz gençler, bu ve bunun gibi meselelerde akıl ve mantık çerçevesinde hareket ederek, çözüme ulaşan güç olacağız.
09.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|