Evvelâ yaş ve hizmet bakımından çok önde olan, saff-ı evvel makamında, bizlerin üzerinde hakkı olan ve Hz. Bediüzzaman’a mektuplar yazan merhume ablamız “Nuran Gecegezen”den bahsetmek istiyorum. Elbette bunları anlatırken, yazarken, pek çok okuyucunun, bilhassa 1960’lardan sonra doğanların, Türkiye’nin dünü ile bugününü kıyas ederek hizmet yapmaları ve bu mercekle mazideki şahsiyetleri değerlendirmeleri lâzımdır. Yoksa hizmetlerin zarfında kalırlar, mazrufuna inemezler.
Merhume Nuran Gecegezen Ablamız ile tanışmamız, Risâle-i Nurlarla koşuşturmaya başladığımız küçük yaşlarımıza ve gençlik yıllarına rastlar. Nasıl rastlar? Çünkü o tarihlerde Konya’dayız ve Konya’da hizmetin öncülerinden, askerliğini yedek subay olarak yapan ve daima Hz. Bediüzzaman’a gidip görüşen ve hâlen hayatta bulunan muhterem ağabeyimiz Said Gecegezen’in eşi idi.
Hz. Bediüzzaman’a selâm veren ve elini öpenlerin gözaltına alındığı ve Türkiye’de daimî sûrette Nur derslerinden dolayı vatandaşların takibâta uğradığı ve akıl almaz muâmelelere maruz kaldıkları dönemlerde, Gecegezen Ağabeyimiz, Kur’ân ve Nur dâvâsı için maddî ve mânevî bütün servetini ortaya koymuştur. Hatta o tarihlerde Risâle-i Nur aleyhinde beyânât verenlere, etiketleri bizde mahfuz olan kişilere gönderdiği ve Konya PTT’sinin korkudan teslim alamadığı telgraflarının altına “Ebedî Nurcu” imzâsını atmıştır.
Bu mücahit ve büyük kahraman ağabeyimizle 1966 yıllarında Konya Medrese-i Yusufiyesinde kaldığımız ve işkencelere maruz bırakıldığımız acılı günlerde, merhume Nuran Ablamızın başka bir yönünü tanıdım. Nasıl tanıdım? Gecegezen Ağabeyimiz nasıl bir kahramansa, eşi de onun arkasında, dâvâsına sahip çıkan bir kahramandı. En büyük destekçisi o idi, fedakârdı, cesurdu, gıybet etmezdi, sû-i zân etmezdi, gösterişten fantaziden kaçardı. Yani bir Osmanlı Hanımefendisiydi. Çocukları yoktu, biz onların küçük kardeşleri idik.
Nurun mümtaz talebelerinin kaldığı, uğradığı, hatıralarını anlattığı ve nur derslerinin yapıldığı yerler “Gecegezen” ailesinin evleri idi. Hiçbir gün bu ablamızdan şikâyet duymadım. Ne metanetti! Ne fedakârlıktı! Şimdikiler, o elem verici ve daimî takip ve tevkiflerin olduğu dönemde hizmeti her şekliyle kucaklayan Nuran Ablalara yetişebilirler mi?
Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey başta olmak üzere diğer muhterem zevâtın uğradıkları mekân, onların evleri idi. Konya’nın en büyük turizm firmasının bir “fayton arabası” varken, Gecegezen Ağabeyin şehirler arası otobüsü vardı. Bu aile bütün servetini Risâle-i Nur hizmetine verdi. Nuran Ablamızı Konya Üçler Mezarlığı’na defnederken bu cihetleri temâşâ ederek gözyaşlarımı tutamadım.
Diğer bacımız; üç kız çocuğunu bırakarak vatan-ı aslîsine giden ve yakalandığı hastalığı ile bir şehid-i mânevî makamına çıkan 38 yaşındaki Nurcan Abut Hanımefendi. Eşleri Nureddin Bey ve kendileriyle ailece tanışırız. O bacımız da son dönemin fedakârlarından, çekirdekten bir dâvâ hanımefendisi idi. Onun safiyeti, onu bu makamlara çıkardı. Gıpta ettiğim bir aile idi. Eşi Nureddin Beyi ortaokul çağlarında serhad şehri Van’ımızda hizmetlerden tanırım. Çok metanetli, çok sabırlı kardeşimdir.
Bu aileyi daima murakabe ediyordum. Bacımızın hastalığını daima soruyordum ve nihayet geçtiğimiz günlerde Hakka vuslat etti. Eşi Nureddin Beye sordum, cevabı şu oldu: “O çok sevdiği Üstadın meclis-i nurânisine kavuştu.” Bundan daha tesellici söz olur mu? Gerek Nuran Ablamız ve gerekse Nurcan Kardeşim için inancım odur ki; sorgu meleklerine Risâle-i Nur’un sahifelerinden derslerle cevap vermişlerdir. Pek çok hanıma bunların yaşantısı ders-i ibrettir. Son söz olarak özetle ârif olanlara diyorum ki; bu her iki hanımefendinin iki ‘gözü’ vardı. Bir gözleri daima Kur’ân hizmetinde idi, diğer gözleri de eşlerinde… Maddeye esir olmadılar, makamlara talip olmadılar, melek gibi geldiler melek gibi gittiler. Ruhları şâd olsun...
05.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|