Çocukluk yıllarında Amerikalı Mark Spitz’i tanımıştık.Yüzme’de altın madalyaları topluyordu o yılların olimpiyat yarışlarında. Şimdi de bir başka Amerikalı çıktı. Pekin Olimpiyatlarında. Şimdiye dek 8 altın madalya toplamış. Başbakan Erdoğan dün sitem etti. ”Bir Phelps kadar olamadık” diyor haklı olarak. Koca bir ülkenin Ramazan Şahin’in güreşte aldığı ilk altın madalya hariç, bir tek sporcunun aldığı madalya sayısına göre sekizde biri seviyesinde kalması elbette ki bizleri düşündürmeli.
“Adamlar yapmışlar abi” demekten başka bir tekniğimiz olamadı galiba. Hep başkalarının yaptıkları harikaları konuştuk. Zenginin malının züğürdün çenesi yorması meselinde olduğu gibi. Peki biz neden böylesine gerilerdeyiz? Kendimizi hep üçüncü dünya ülkeleriyle kıyaslarız. Sonra da “Bakın çağdaş Türkiye nerelere kadar yükseldi?”lerle kendimizi avuttuk. Hiç bir zaman için Cumhuriyetin kuruluş amaçlarından en önemlisi olan “yüzümüzü Batı’ya döndürmek” hedefini bu kıyaslamada gündeme getirmedik. Yani bir Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya hatta bir İsveç, Norveç hatta hatta bir Yunanistan, Romanya ile kıyaslamaya yanaşmadık. Varsa yoksa Afrika kıtasının kabile devletlerinden herhangi birisini kendimize kıyas aleti olarak gösterdik.
Değişen dünyada milliyetçilik, ulusalcılık gibi vatan çapında enaniyet, millet çapında onur ve kendini doğuştan büyük görme hastalığı artık tarihe karışıyor. Yukarıda belirttiğim gibi küçüklüğümüz hep “Bir Türk dünyaya bedeldir” vecizeleriyle geçti. Bu bizlere doğuştan Türk olan herkes dünyaya bedel işler yapabilir şeklinde anlatıldı. Oysa kimse doğuştan asil veya sefil sayılamazdı. Doğuştan farklı bir yaradılış içinde olamazdı. Çünkü hepimiz genler, kromozomlar, hücreler, sinirler, kemikler olarak aynı biyolojik özelliklerle donanmış olarak var edilmiştik. Derilere göre ayırım bile yanlıştı. Nitekim Hitler zamanındaki Berlin Olimpiyatlarında siyah derili sporcular “Üstün Alman ırkı“ mensubu rakipleri de dahil bir çok beyaz tenli sporcuyu geride bırakıp altın madalyaları toplamışlardı. Amerika’da “Köpekler ve zenciler giremez!” kuralı zencilerin her alanda üstün başarılarıyla kendilerini kabul ettirmelerinden sonra yerle bir oldu. Bu gün ABD’de Beyaz Saray’a, bir zenci olan Obama’nın taşınması bile şimdiden kanıksandı bile..
İşin sırrı ırk, üstün ırk değil. İşin sırrı gurur ve onur da değil. İşin sırrı insanoğlunun yeni tabirle kişioğlunun çalışması. Kur’ân, “Müslüman için ancak çalıştığı vardır” demeyip “Leyse lil insani illa ma se’a/İnsan için ancak çalıştığı vardır” buyururken bu aşikâr gerçeği, aşikâre ifade ediyor bin dört yüz küsur senedir. Kim çalışırsa o kazanır hükmü hakimiyetini devam ettiriyor. Yaşanan hadiseler zaten bunun te’yidinden başka bir şey değil. O halde kendimizi bir takım ütopik, uçuk ve komik, felsefî gibi görünen, ama aslında hüsnü kuruntudan başka bir şey olmayan bazı önyargılı saplantılardan kurtaralım.
Yeni nesiller ırk, özellikle faşizm anlamındaki ırk faktörünün bir anlam ifade etmediğini artık kabullenmeye başladı. Bu sadece bizde değil dünyanın her tarafında böyle. Kabul etsek de etmesek de fıtrattaki realiteler ve kanunlar icraatını gerçekleştiriyor. İnsanlar doğuştan ya da aidi olduğu ırktan değil, sonradan eğitilerek kazandığı davranışlardan ötürü bir şeyleri başarır ya da başarısız olurlar. Bundan sonraki olimpiyatlarda şampiyon olacak sporcular bayraklarını ait olduğu ırk adına değil, mensup olduğu devleti adına dalgalandırabilir ancak...
21.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|