Geçtiğimiz bir kaç ay içinde, İslâmiyet’i seçmem ile ilgili sorular içeren bir çok mail aldım. Bunlardan bazıları bu kararımdan dolayı hiç pişman olup olmadığımı sorarken, bir kısmı da şu anki halet-i ruhiyemi merak ediyordu.
Şunu açık yüreklilik ile söylemek isterim ki, İslâmiyeti seçmem ile ilgili zerre kadar bir pişmanlık duygusuna kapılmadım. Bilâkis, önceki hâlimden kat kat fazla huzurlu ve kendimle barışık olduğumu söylemeliyim. Hayatın bütün dert ve kederleri yakamı bıraktı demiyorum ama, şimdi kendimi daha iyi tanıdığımı biliyorum ve böylece bir insan olarak ve bir Müslüman olarak kendimi geliştirmeye ve daha iyi noktalarda olmaya çalışıyorum.
Tabiî ki Amerika’da yaşıyor olmak beni hâlâ zihnen yoruyor ve zorluyor. Tüketim ve kapitalizmin en temel ilke olduğu Amerikan toplumunda yaşamaya çalışmak, zaten bir çok zorluklar içeren Allah rızası doğrultusunda yaşamak mücadelesini bir nebze daha zorlaştırıyor.
Her şeye rağmen itikadım ile İslâm’a ve Kur’ân’a inancım konusunda azim ve kararlılığım oldukça güçlü. Her gün Allah’a beni bu yola yönelttiği için ve Amerika’daki Müslümanlar ile ilişkilerimi güçlendirip nasıl iyi bir Müslüman olabileceğimi öğrettiği için şükrediyorum. “Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.” (Kur’ân, Asr Sûresi)
İslâmiyeti öyle bir zamanda buldum ki; Amerika’da ırkçılık gittikçe artış gösteriyordu ve insanların derilerinin rengiyle yahut inançlarıyla değil de karakterleriyle değerlendirildiği ve yargılandığı bir topluluk bilincine ulaşmak noktasında daha Amerikan toplumunun kat etmesi gereken uzun bir yol vardı.
Ne yazık ki durum böyleydi çünkü ne zaman gayri müslimlerin olduğu bir ortamda İslâmiyeti seçtiğimi söylesem, şaşkın bakışlarla ve hayret içeren ifadelerle karşılaştım. Birisi, daha bir kaç hafta önce Müslüman olduğumu öğrenince hemen Müslüman kadınların gördüğü baskılar hakkında ne düşündüğümü sormaya kalkıştı. Zaten bu konu Amerika’da İslâm konusunda en fazla yanlış bilinen meseledir. İslâm ne yazık ki; kadın düşmanı bir din gibi algılanmakta. Ben bir çok gayri Müslime Kur’ân-ı Kerim’in kadın ve erkekler arasında bir denge ve eşitliği emrettiğini anlatmak zorunda kaldım. Bediüzzaman Hazretleri de; İslâm’a, materyalistler, ateistler ve diğer bir takım gruplar tarafından emsalsiz saldırıların yapıldığı bu zamanda en acil ve önemli ihtiyacın imanı güçlendirmek olduğunu belirtmiştir.
Bu noktada Risâle-i Nur’un önemi göz ardı edilemez diye düşünüyorum. Bediüzzaman Said Nursî özellikle Türkiye’de İslâm inancının muhafazası ve canlandırılması konusunda büyük bir rol oynamıştır. Risâle-i Nur adeta çağdaş insanın zihniyet ve bilincine hitap edecek şekilde yazılmıştır. Bu öyle bir bilinçtir ki; materyalist felsefenin derin etkisi tarafından kuşatılmıştır.
Risâle-i Nur ise bu dünyada ve öte dünyada gerçek mutluluğun ancak ve ancak iman ve Allah’ı bilmek ile yakalanabileceğini belirtir. Ve ayrıca inançsız bir insanın ruhu ve vicdanında en onulmaz yaraların ve bedbahtlığın yer alacağını göstermiştir.
Diyebilirim ki; İslâmiyet’i seçmemin hikâyesinin temelinde Kur’ân-ı Kerim’e olan inancım yatıyorsa, bu hikâyenin ana kahramanı ve imanımı kuvvetlendiren temel öge ise Risâle-i Nur ve dolayısıyla Bediüzzaman’ın sözleri ve misalleridir.
TERCÜME: UMUT YAVUZ
20.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|