Bush gitmeden önce bütün adamları teker teker gitmeye başladı. Afganlı rakip müttefikler ‘özde değil sözde’ deseler de Müşerref, Washington’ın İslamabad’daki mutemet adamlarından birisiydi. Daha doğrusu teröre karşı savaştaki ön cephedeki müttefiklerinden birisiydi. Bu nedenle de Müşerref, 11 Eylül rejiminin Pakistan’daki mutemet adamı olarak sivrilmişti. Müşerref’in örneklerinden ve rol modellerinden birisi olan Kenan Evren de 12 Eylül’ü yaptığında darbeyi haber alan Başkan Carter ‘Bizim çocuklar işi bitirdi’ demişti. Dönemin CIA’in Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze ‘our boys’ ifadesini inkâr etmeye yeltendiğinde Mehmet Ali Birand’tan ağzının payını almıştı. ‘Halep oradaysa arşın burada’ diyerek konuşmanın tutanaklarının yer aldığı kaseti çıkararak lafı ağzına tıkmıştır. Amerikalılar veya onlar namına NYT veya Washington Post genellikle başyazılarında sık sık ‘Bakü’deki adamımız’, ‘İslamabad’daki adamımız’ ifadelerine başvururlar ama Bush tekauta ayrılmadan müttefiklerinin çoğu birer ikişer iktidardan devrilmeye başladı bile. Önce Olmert pes etti ve ‘Artık başarısızlıklara da yolsuzluk suçlamalarına da muhatap olmak istemiyorum, siyasete veda ediyorum’ diyerek siyasî kariyerine son verme kararı aldı. Olmert’in ve İsraillilerin canla başla destekledikleri Saakaşvili ise bir çuval inciri berbat ederek kendisiyle birlikte Bush’u da madara etti. Böylece ‘Akılsız dost düşman başına’ dedirtti. Müşerref ise altının ve arkasının tamamen boşalmış olduğuna bakmaksızın hiçbir şey olmamış gibi davranmayı yeğledi ve denedi. Göz pınarlarına hakim olamayarak bir türlü sıcak koltuğa veda etmeye yanaşmadı. Horoz ölür, ama gönlü çöplükte kalır misali sürekli olarak iktidarda kalmanın yollarını aradı. ‘Fakat güç oyunu bozar’ kuralını bir türlü anlayamadı. O yıprandıkça, güç; el ve merkez değiştirdi. “Giderken yine de kuyruğu dik tutma’ pahasına “Yaşasın Pakistan, her şey Pakistan’ın âli menfaatlerine kurban olsun” dediyse de kendisinden başka buna inanan çıkmadı. Aslında iktidarda kalmak için son ana kadar çırpındığı hatta tekrar Meclis’i fesh ederek ve halka kanlı kokteyl yaparak iktidarda kalmayı sürdürmek istediyse de Pakistan’da değişen güç dengeleri buna müsaade etmedi.
***
Bir yıldan beri Müşerref’in akibeti belli olmuştu. O sadece uzatmaları oynuyordu. Aslında mesele Beşşar Esad’ın zoraki ve zorlama bir şekilde Emil Lahud’un cumhurbaşkanlığı süresini uzatmasına benziyordu. Bu zorlamanın ölümcül bir geri dönüşümü olacağını fark edemiyordu. O da üst üste büyük hatalar yaptı. İslâmî hareketlere karşı oldukça nobran ve kaba hatta vahşi davrandı. Yüksek Mahkeme Başkanı Çavduri’yi çok çirkin bir biçimde görevden aldı. Bununla da kalmadı; Lal Mescid’e çok kanlı bir baskın düzenletti. Bunun yanında Galteri gibi Latin Amerika generallerinin yaptığı yanlışı yaptı. 11 Eylül suçlamalarıyla alâkalı yüzlerce Pakistanlıyı ve Afganlıyı Guantanamo seferine çıkarılmak üzere Amerikalılara para karşılığında teslim etmişti. Bu kadar denaeti daha önce hiçbir Pakistan lideri gerçekleştirmemişti. Ziya ül Hak kadar iktidarda kalan Müşerref geride hiçbir iyi anı bırakmadı. Tam da Ziya’nın karşı devrimi oldu. Zorlama ile kendisini yeniden cumhurbaşkanı seçtirdi. Ama genelkurmay başkanlığını General İşfak Perviz Kiyani’ye bırakırken gözyaşlarının akmasına mani olamamıştı. Sanki yıldızları kendisiyle birlikte mezara götürmek istiyordu. Ama sonra gözyaşı akıtmakta haklı olduğu ortaya çıktı. Zira sivil hayata adım attığı gün aslında döneminin de sonuna gelinmişti. Her ne kadar Kiyani onun himayegerdesi ve adamı olsa da nihai kertede güç dengelerine göre hareket edeceği kesindi. Müşerref ondan sonuna kadar sadakat bekliyordu. Fakat daha o gün BBC gibi kurumlar tahlillerinde şunu yazmışlardı: Kiyani her ne kadar Müşerref’e bağlıysa da ülkesine bağlı olduğu da ayrı bir gerçekti. İki sadakat çatıştığında hangisini tercih edecekti? Bu, Aristo’nun, üstadı Eflatun’a söylediği söze benzer. Hocam Eflatun ile, hakikat birbirine ters düştü. Her ikisi de dostum, ama hakikat sadakata daha lâyıktır.
Müşerref’in işi gücü koltuğunu muhafaza etmekti. Bunun için yapmayacağı yoktu.
***
İktidar yıllarında düşmanları giderek çoğaldı. Bunun sonucunda eski rakipler Nevaz ile Benazir, Londra’da bir araya geldi ve muhalefet çatısı ve cephesi kurdular. Müşerref bunları birbirinden ayırmak için elinden geleni arkasına koymadı. Benazir Butto ile ABD’nin arabuluculuğuyla iktidarı paylaşma anlaşması yaparak Nevaz’ı devre dışı bıraktı. Bunun sonucunda Benazir ülkesine geri döndü ve seçimlere hazırlanmaya başladı. Bu arada 10 yıllığına sürgünde kalmak için anlaşan Nevaz da yeni dönemle birlikte ülkeye dönmüş ama havaalanında zorla alıkonulduktan sonra gerisin geri geldiği yere postalanmıştı. Nevaz Şerif 8 yıldır Suudi Arabistan’da sürgünde yaşıyordu. Sonra Müşerref olayları kontrol edememesi sonucu Nevaz Şerif ülkeye yeniden dönmüş ama bu sefer de Şubat ayında yapılan seçimlere katılamamıştı. Kendisi ve kardeşini Müşerref cezalandırmıştı. Ancak 27 Aralık tarihinde Benazir Butto şüpheli bir suikasta kurban gitti. Müşerref ve avanesi bundan dolayı İslâmî kesimleri ve Beytullah Mehsud’u suçlarken, PPP gibi partiler orduyu ve Müşerref’i suçluyorlardı. Ertelenen seçimler Şubat’ta yapılmış ve seçimlere hile karıştıracağı ifade edilen Müşerref’in Parlamento’daki ortakları seçimlerden büyük bir hezimetle çıkmışlardı. Pakistan halkının yüzde 80’inden fazlası Müşerref’in derhal iktidarı bırakmasını istiyordu. Oyların büyük kısmını Pakistan Halk Partisi ile Nevaz Şerif’in İslâm Birliği kazanmıştı ve sonrasında iki parti koalisyon ortaklığı kurdu ve Müşerref’i devirmek için düğmeye bastılar. Bu arada suikasta kurban giden Benazir Butto’nun koruma müdürü de şüpheli bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bu da komplo ve suikasttaki ordu şüphesini artıran faktörlerden oldu. Müşerref pes etmiyordu, ama artık çevresi tamamen boşalmıştı. Danışmanı Müşahid Hüseyin bile artık çekilmesi gerektiğini telkin ediyordu. Bush, Haziran ayında çekilmemesi yönünde telkinde bulunmuştu. Ama etrafındaki çember daralınca Müşerref’i terk etmişti. Hatta istifa veya azil süreciyle karşı karşıya kaldığının haftası Bush’u iki defa aramış, ama Bush telefonlarına çıkmamıştı.
Artık Amerikalı patronlar Şah gibi angaryaları istemiyorlar. Onlara başarılı iktidarlar ve muktedir liderler lâzım, yoksa angaryalar değil. İşini bilen kaptan hesabı. Müşerref’in son umudu kalmıştı. Ordunun himayesine başvurmak. Ama ordu Revalpindi toplantısında mesajını vermişti: İç politikadan ve siyasi çalkantılardan uzak duracaktı. Müşerref dımdızlak sahipsiz ve ortada kalmıştı. Muhalif koalisyonun kurulmasından itibaren Müşerref dışlanmış ve derhal çembere alınmıştı. O ise son bir hamle ve üçüncü darbe ile Meclis’i feshetmek ve sıkı yönetim ilan etmek ve halkı sindirmek istiyordu. Ordu ise bunun olası ve muhtemel reaksiyonlarından korkuyor ve ülkeyi bir iç savaşa sürüklemek istemiyordu. Müşerref bu şartlar altında çar naçar 18 Ağustos tarihinde istifasını ilan ediyordu. Ve onun döneminde Pakistan, Afganistan’ı kaybettiği gibi Keşmir’i de kurtaramadı. Halbuki Afganistan işgali noktasında ABD ile ittifakını bu şekilde gerekçelendirmişti. ‘Afganistan’ı verdik ama Keşmir’i kurtardık’ diyordu. Eğer Müşerref bir dönem daha kalsaydı belki de Belucistan gibi eyaletler bile ayrılma sırasına girebilirdi. Gidişi olsun da bir daha dönüşü olmasın… Müşerref’le birlikte Bush, bir başka cephede daha kaybetti.
20.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|