Mümtaz Soysal hakkında ‘gavur’u çıldırtan ‘Müslüman’ şeklinde bir yazı yazmış ve onun başörtüsü hakkındaki sözlerini ve yakıştırmalarını eleştirmiştim. Dünya durdukça da Allah’ın izniyle onun bu sözleriyle barışık değilim. Ama geçenlerde yeni Rus-Amerikan kutuplaşmasının ardından yaptığı bazı analizler vardı ki, gözardı edilmesi imkânsız. Yeni Çağ gazetesinde yayınlanan tahlilinde yeni soğuk savaş ihtimali muvacehesinde Türkiye’nin yerini, konumunu ve alması gereken tutumu ‘Sömürge başkenti kalabiliriz’ uyarısı altında ele alıyor. Bu hususta Yeni Çağ gazetesinin ilgili haberi şöyle: “Dışişleri Eski Bakanlarından Prof. Dr. Mümtaz Soysal ise Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan savaşın, Türkiye için çok büyük bir fırsat doğurduğunu söyledi. Değişen ve yeniden iki kutuplu hale dönüşen dünya dengelerinde Türkiye’nin dış politikasının önemine işaret eden Soysal, ‘Türkiye bu coğrafyada üçüncü bir kutup kurarak kendi kaderini tayin etmek durumundadır. Türkiye, kendisinin de bir merkez olduğunu ortaya koyabilir. Konjonktür bunu kolaylaştırmaktadır’ dedi. Ankara’nın bugüne kadar olduğu gibi, Batı dünyasından uzaklaşmayan bir politika izlemesi durumunda, değişen dünya dengelerinde “sömürge başkent” olmaktan öteye geçemeyeceğini vurgulayan Prof. Dr. Mümtaz Soysal şunları kaydetti: ‘Ankara, mevcut dış politikayla devam ederse kendi kaderini bağlayacaktır. Oysa Türkiye kutuplardan birine yanaşmak durumunda değil. Üçüncü bir kutup oluşturarak bu elverişli coğrafyada, hiçbir ülkeye tabi olmayan bir devlet durumuna geçebilir. Bugün eski dengeler yeniden kuruluyor ama bu dengelerden birine sığınmak zorunda değiliz. Ancak ne yazık ki bu fırsatı yakalamamız, bugünkü iktidar zihniyetiyle imkansız görünüyor.’”
***
Rusya-Gürcistan olaylarıyla birlikte, Rusya çirkin olduğu kadar soğuk yüzünü bir defa daha ve yeniden göstermiştir. Nükleer ve büyük konvansiyonel silahlara güvenen Ruslar, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yenilen Japonlar ve Almanlar gibi yumuşak güç olmayacaklarını ortaya koymuşlardır. Soğuk Savaş’tan mağlup olarak çıkmışlar, ama Bush’un politikaları onları yeniden kendilerine getirmiştir. ‘Çirkin Amerikalı’ deyimiyle Gürcistan sonra ‘çirkin Rus’ deyimi yeniden izdivaç etmiştir. Amerikan Neoconların çirkin uslübuyla Rus Neocon Aleksandr Dugin’in üslubu veya avazı aynıdır. Dugin, şimdiden Bakü-Ceyhan’ın öldüğünü ilan etmektedir. Herkesi küçümsemekte ve aşağılamaktadır. Ona ve onlara göre dünyanın efendisi Ruslardır. Unutmamak gerekir ki, Rus emperyalizminin tarihçesi çok daha kanlı ve çok daha eskidir. Altınordu Devleti’nden sonra Moskova Hanlığı güneye sarkmaya başlamış ve bu yüzyıllar boyunca sistematik bir şekilde devam etmiştir. 1552 yılından beri genişlemekte ve yayılmaktadır. SSCB döneminde Ruslar, ideolojisine ve silahlarına ve yandaşlarına güvenmekteydi. Şimdi de yine silahlarına ve enerji koridoru ve enerji ülkesi olmalarına güvenmektedirler. İdeolojinin yerine bu defa enerjiyi ikame etmişlerdir. Bazıları Rusların bu kanlı ve acımasız geçmişini unutmuş görünüyor. Mümtaz Soysal’ın deyimiyle çirkinlerin veya fillerin tepişmesinden dolayı bizim gibi ülkeler neden yeniden çiğnensinler ve ezilsinler. Dolayısıyla bu noktada üçüncü mihver veya üçüncü kutup fikri ve ihtiyacı belirmekte ve doğmaktadır. Ancak bu şekilde çekişme alanının dışına çıkabilir veya çekişme alanı olmaktan kurtulabiliriz. Elbette üçüncü kutup sofistike olacak ve manevra alanı geniş tutulacaktır. Zaman zaman diğer kutuplarla dostane, zaman zaman da dengeliyici ve zaman zamanda azgınlığını kırıcı nitelik arzedecektir.
***
“Peki, nasıl?” diye sorulduğunu duyar gibiyim. ABD ve Rus ekseninin dışında büyük bir potansiyel var. Miadı dolan ve devredışı kalan Bağlantısızlar Hareketi’nin yerine çekirdeği daha sağlam İttihad-ı İslâm’ı merkez alan ve Bağlantısızlar Hareketi’nin kalıntılarına da açılan yeni bir uluslararası manzume kurulabilir ve kurulmalıdır da... ABD’nin güneyde çekildiği yerlerden doğacak boşluğu, ancak bu suretle doldurabiliriz. Keza Rusların Kaf Dağı’na sarkmamaları da yine ancak dayanışma ruhuyla önlenebilir. Şimdi tam zamanıdır. Müslümanlar yeni soğuk savaşın kurbanı değil, kazanınıa olmalılar. Soğuk Savaş’tan çıkan Batı dünyası gözüne yeniden İslâm dünyasının sömürgeleştirilmesini dikmişti. Şimdi ise, yeni bir soğuk savaş ile birlikte sömürge sahası olmayı reddetmelidir. Bunun yolu da birlik, dirlik ve beraberlikten geçer. İslâm dünyasının en muhtaç olduğu husus da budur. Kus’a, yani çanak olmaktan ve kurtlar sofrasına yem olmaktan kurtulmanın yegâne çaresi budur. Birileri Rusya’nın Gürcistan’da uluslararası normları hiçe sayması karşısında soruyor; “Türkiye’nin bir Kafkasya politikası olması lâzım değil mi?” Doğrudur. Ama nasıl? Uydu olmaktan çıkarsak ve merkezî bir düşünce ve mefkure geliştirebilirsek, böyle bir merkezî düşüncenin elbette ki kenar politikaları da olacaktır. Merkezî düşünce, İslâm birliği olacak ve merkeze yaslanacak kenar ve çekim bölgeleri de olacaktır. Dolayısıyla, Filistin ve Çeçenistan veya Gürcistan’ın imdadına ne Batı, ne de Bağlantısızlar koşacaktır. Ama Sultan İkinci Abdulhamid ve ardından İttihatçıların ortaya koymak istedikleri 100 yıl rötarlı Panislamizm ve İttihad-ı İslâm politikası, ancak bu sorunların üstesinden gelebilir. Dünyanın yeniden kutuplaştığı sırada kutuplaşmanın ortasında ve yangın yerinde kalacak bölgede gerçekleşecek basınç azalmasıyla birlikte Türkiye ve İslâm âlemi kendi yolunu açabilir. Dünya kuzeyde Rusların sarkmasını ve baskısını güneyde de Amerikalıların işgalini istemiyor. Bunu ortadan kaldırmanın yolu ezilenlerin ve fillerin altında çiğnenenlerin dayanışmasıdır. Şimdi tam başlangıç zamanı.
17.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|