Kendimize dönelim de, kim olduğumuzu, ne için bu dünyaya gönderildiğimizi, sonunda nereye gideceğimizi anlamaya çalışalım. Sadece bir an değil, hayatımızın bütün anları kendimizi anlamaya çalışmakla geçmeli. Bir süre tanımak, sonra da unutmak çare olmamaktadır. Tanımada ve anlamada süreklilik olmazsa insan olma hedefine varmamız zor olacaktır.
Dünyada meydana gelen olaylara bakıp da kendimizi ihmal etmememiz gerekir. Zira her şeyden önce kendimizi bulmamız, gerçek mahiyetimizi anlamamız lâzım. Kendimizi tanımadığımız takdirde hayatta hiçbir konuda muvaffak olabilme imkânımız olmayacaktır. Kendini tanımayan insan hayattaki hiçbir şeyi gerçek mahiyetiyle tanıyamaz. Böyle birisine her şey yabancı, her şey düşman olur.
İnsanoğlu dünyaya gözünü açtıktan sonra bir arayışın içine girer. Arayış hayatın ilk günlerinden itibaren başlar, hayatın bitimine kadar devam eder. Arayışlarından netice alanlar olduğu gibi, netice almayıp âvâreleşen ve başta kendilerine, sonra bütün varlıklara yabancılaşan insanlar da bulunmaktadır.
Biz insanların en büyük problemi de kendimize yabancılaşmamız değil mi? Kendimizden uzaklaştıkça dışımızdaki âlemde arayışlara çıkıyor, ama hiçbir yerde aradığımızı bulamıyoruz. Böylece hem kendimizi kaybediyor, hem de dünyanın gerçeklerinden uzaklaşıyoruz. Varlıkların mahiyeti bizlerden gizleniyor, bizim için yaratılan varlıklar adeta bize düşman görünmeye başlıyor.
Gerçeklere ulaşmak için tefekküre daldığım zamanlar, her şeyden önce kendime dönmem gerektiğini düşünüyorum. Kendimi öncelikle tanımam gerektiğine inanıyorum. Kendime dönmem ve kendimi tanımam ölçüsünde kendime geliyorum. Ancak böylece asıl vazifelerimi hatırlamaya başlıyorum. O zaman âfâka dalmaların tehlikeleri aklıma geliyor. Geniş dairedeki boğulmaların ve boğuşmaların elim vaziyeti beni korkutuyor. Rabbime dönüyor, O’na yalvarıyor ve kendime dönmem için bana güç ve kuvvet vermesini diliyorum.
Kendini bulan bu dünyaya ne için gönderildiğini anlar, misafir olduğunu hatırlar. O zaman bir misafir gibi hareket etmesi gerektiğini düşünür. Misafir ev sahibinin izni haricinde hareket edemez elbette. O zaman ev sahibinin arzularının ne olduğunu araştırmaya başlar aklı başında olan insanoğlu. Bazen bu arzuların ne olduğunu bulur, bazen de karşısına engeller çıkar.
Rabb-i Rahîme isyana sürükleyen şeytanlar, insanoğlunun bu dünyadaki en büyük düşmanları. Hele bu düşmanların içimizdeki temsilcileri durumundaki nefis ise en tehlikeli düşman durumundadır. Bizden görünüp bizleri ebedî bir felâkete sürükleyen bir düşman. İşte nefis, işte şeytan.
Arayışlarda bu düşmanların hep peşimizde olduklarını unutmamamız gerekir. Ehemmiyetsiz gibi görünen sapmalarla bizleri can evimizden vurmaktadırlar. Küçük gibi görünen günahlarla bizleri insanlık yolundan saptırmaktadırlar.
Hâsılı, insanın kendine dönmesini çok önemsiyorum. Kendimizi ihmal ettiğimiz zamanlar içeriden vurulduğumuz anlardır. İşimiz olmayan dış işlerle uğraşırken, insanlık kalemizin içerden fethedildiğini ve düşmanın dünyamızda taht kurduğunu çoğu zaman geç anlarız. O zaman anlarız ki, asıl olan iç kalemizi sağlam tutmaktır.
Kendimizi iyi tanımalı, nefis ve şeytan gibi düşmanların nereden ve hangi silâhlarla bize hücum edebileceklerini hesaplayabilmeliyiz. Kendi dünyamızdaki keşifleri iyi yapmalıyız. Kendini keşfeden, kendisini bu dünyada misafir eden yüce Rabbini de tanımaya başlar.
İnsanın kendini bulması ve kendini tanıması, dünya hayatının temelini iyi ve sağlam atması demektir. Kendini tanımadan yaşayanlar temelsiz ve çürük bir hayat yaşamaktadırlar. Böyle bir hayat ağacından meyve alınamaz. Böyle bir hayat, ebedî bir saadetin temelini atamaz. Hayat binamızın temellerini sağlam atmamız gerekir. Öyle sağlam olmalı ki, üstünde kurulan hayat ebedîyen devam etsin.
11.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|