İNSAN önce en yakınları ile beraber oldu.
Önce kendisi,
Önce duygusu,
Önce nefsi,
Önce kalbi,
Önce hissi,
Önce vicdanı,
Önce iç dünyası...
Bu anlamda insan her zaman kendi iç âleminden çıkanları hayata yansıtır.
Pozitif mânâda canlanan hâl ve hareketler, hayatta olumlu seyri ile devam eder.
Bu insan, kendisi ile barışıktır.
Kendini sever, organlarını sever, hallerini bir nizam ve intizam içine alır.
Zira “insanın fıtratı mükerremdir, daima hakkı arar.”
Bu hakkı bulamayanlar, “hak” zannettiklerini hayatta uygulamaya başlarlar.
Bu defa negatif hâl ve hareketler, o insanın hayatından hallerine yansımaya başlar.
Bu insan çevresine ve kendisine birçok zararı yapar / yaptırır.
Hayatın her alanında bu manzaralara şahit oluruz.
“Ne kendi etdi râhat, ne âlem etdi huzur, / Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubûr” sadaları ile gelip gider.
Fıtratın reddettiği her hayat hali, insanı kalben ve vicdanen rahatsız eder durur.
Pisliği misk-i amber diyerek, yüzüne ve gözüne bulaştırır.
“Kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor” sözlerine itimat ederek, her rastlanan gönle gönüldaş, her selâm verene yoldaş, her tebessüm edene arkadaş olunması, özellikle bu zamanda mümkün değildir.
“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür” sözlerine kulak verilmeli.
Özellikle mecazi sevgilerde buna sık sık rastlarız.
Fizikî güzelliğin iç güzellikle tamamlanmadığı dünyalarda, içeriden çıkan fenalıklar, dış güzelliği örtmektedir.
İşte hiçbir şey bizden uzaklarda değildir.
Her şey yakınımızdadır. Kâinatın uzak çöllerine gidip delil aramaya gerek yoktur aslında.
Biz tek başımıza bir âlemiz.
Bizden çıkan hayat halleri çevremize ya saadet, ya da felâket getirir.
09.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|