Gerçeğe umudunu terk etti insan
Gerçek. İnsanın varoluşundan itibaren aradığı ve aramaktan usanmadığı giz. Hatta öyle ki varoluşundan önce giriştiği rivayet edilir bu arayışa: Varoluş gerçeği.
Belki de bu yüzden insan varoluşundan bugüne dek taşıyabilmiştir umudu en derinlerinde. Varoluşuyla arayış, arayışıyla gerçek, gerçeğin arayışıyla umut yerleşti insanın zihnine. Ve o andan itibaren insan kaçmaya başladı umutlarından ve gerçekten.
Hz. Âdem dünyaya geldiğinde ilk karşı karşıya geldiği gerçeğin yükü hâlâ üzerimizde. Yalnızlık. Sonra umut çıkıverdi karşısına; onu dünyaya gönderen umutsuz bırakmamıştı âdem-oğlunu: Hz. Havva.
Umudu, son bulmasıydı, dünyada öğrendiği ilk gerçeğin ve onu dünyaya, gerçeklerin tezahür ettiği yere gönderen, Âdem’in zihninde canlanan ilk umudu cevapsız bırakmadı…
Sonra insan felsefeyle tanıştı. Artık gerçek, yegâne hedefiydi insanın. Ve hedefe giden her yolu mubah kıldı insan. Ulaşmak da yetmedi, sınırlarını zorlamaya başladı gerçeğin. Bu noktada tıkandı âdemoğlu; ihtiyacı olan enerjiyi öz benliğinde bulamaz oldu. Öylesine aşındırmıştı ki benliğini, fıtratında olan yetiyi kullanamıyordu. Aradığını, tetikleyici etkiyi, yine gerçekten yola çıkarak buldu insan. Umut.
Artık hayatını her dönüm noktasında, destek alabileceği, bununla birlikte haklı veya haksız her yakınmasını mertçe göğüsleyecek bir dostu vardı insanın.
Dost edinmişti; fakat umut, insanın gerçekten kaçarken ilk terk edeceği, kurunun yanında yanması için ilk feda edeceğiydi de aynı zamanda.
Zaman geçti, unuttu insan, dost olmazdan önceki çırpınışlarını, gerçeğe ulaşırken yegâne yardakçısını ve gerçeğin zirvesine ulaşmışken içini ısıtan umudun, yüreğine saldığı teselli kokan hayalleri.
Gerçeğe ulaştığında ilk terk ettiği umutları oldu insanın ve umutsuzluğuyla indi tepe taklak kâinattaki yegâne gerçeğin -âdemoğlunun hazmedemediği- huzurundan.
|