Çoğu zaman elimizin altındaki değerlerin kıymetini maalesef bilemiyoruz. Çok yakınımızda olan, dünyevî ve uhrevî hayatımızın gidişâtına yön verecek fırsat ve imkânların farkına varamıyoruz. Ülfet veya gaflet saikasıyla bize pozitif alışkanlıklar kazandırarak, ufkumuzu açacak paha biçilmez defineleri, cevherleri, göremiyoruz veya görüp de bu hazinelerden faydalanamıyoruz.
İlle de çok uzağımızda olmalı veya ecnebi olmalı faydalanacağımız değerler veya eserler. Mahiyetini veya muhtevasını iyice bilemediğimiz bilgiler ve malûmatlar olmalı yararlanacağımız kaynaklar ve imkânlar. Patenti veya markası bize yabancı olmalı, ecnebî olmalı ki, onu kaale alalım, ona dört elle sarılalım.
Böyle bir alışkanlığımız, böyle bir huyumuz var nedense birçok konuda.
Çok yakınımızda olan, bir çok yönüyle numune-i imtisâl olan bir dostumuzun ağzından çıkan doğruları şüpheyle, inanılmaz bir umursamazlıkla dinleriz. Ama ilk defa tanıştığımız bir yabancının söylediklerini pürdikkat dinler, bazen ağzından çıkan yanlışlara da kafa sallarız.
Yabancı bir yazarın hemen hiçbir orijinal tarafı bulunmayan bir eserini bir çok insan şevkle ve merakla okur; ama Bediüzzaman’ın serapa hak ve hakikat, harika bir ilim deryası olan Nur Külliyatını birçok insan görmezlikten gelir hâlen bu ülkede. Bu ülke insanının çoğu, bu toprakların insanı olan Bediüzzaman’ı tanıma ve onun eserlerinden faydalanma imkânını kullanabilmiş değil maalesef. Evet, ille de yabancılara merakımız... İlle de elimizin altındaki değerleri görememe gafletimiz...
Dinde olan birçok şeyi, din dışı kaynaklardan arayıp bulmaya çalıştık. Dertlerimize devâ olacak, problemlerimize çözüm getirecek çareleri, bize yabancı olan ve çoğu zaman bize yanlış reçeteler sunan mahfillerde, kaynaklarda bulmaya çalıştık.
Sözgelimi yıllarca elimizin altında bulunan, okuduğumuz Nur Risâlelerinin, bize imânî dersleri vermenin yanında ruh sağlığımızı düzene koyduğunu, moral değerlerimizi yükselterek bizi sürekli dinç ve zinde tuttuğunu, olumlu ve müsbet bakabilme alışkanlığını kazandırarak pozitif bir düşünce sahibi olmamızı sağladığını; insanın psikolojisini bozan, stres ve depresyonlara sürükleyen hırs, inat, adavet, haset gibi çirkin hasletlerden alıkoyarak, hoşgörü, sevgi, şefkat, hüsn-ü zan gibi ruh sağlığını sağlayan güzel hasletleri kazandırdığını biliyor muyuz acaba? Diğer bir ifadeyle, Kur’ân’ın ve sünnet-i seniyyenin tarif ve tavsiye ettiği bir yaşantı tarzını tercih etmekle, her türlü psikolojik rahatsızlıktan uzak, huzurlu bir hayata kavuştuğumuzu unutmamak gerekir.
Bu gerçekleri ciddiye almayıp, ille de ne olduğu belli olmayan batı menşe'li felsefî kaynaklardan medet beklemek veya kendi hastalığını dahi teşhis edememiş günümüz psikolog ve psikiyatristlerinden şifa talebinde bulunmak ne derece doğru olur bilemiyorum.
Yine herkesçe bilinen bir gerçektir ki, doğru bir İslâmî yaşantı, sünnet-i seniyye doğrultusundaki bir hayat tarzı, her insana sağlam bir karakter, genel kabul görmüş bir görünüm ve kimlik kazandırıyor. Bilhassa elimizin altındaki Nurlu eserlerdeki orijinal prensip ve düsturların, bize pozitif bakış alışkanlığını, orijinal üslûp ve ifade tarzını, düzgün ve etkili konuşma, hatta yazma becerisini; her insana hoşgörü, şefkat ve merhametli bir yaklaşım sergilemekle herkesle müsbet bir iletişim kurma alışkanlığı verdiğini; cemaatteki dostlarla sık sık bir araya gelmekle medeni münasebetlerimizi güçlendirerek, hayata olan bağlılığımızı arttırdığını... Sayamayacağımız daha nice paha biçilmez alışkanlıkları kazandırdığını yakînen biliyoruz.
Çok yakınımızda olan, elimizin altındaki bu imkânları göremeyip; çözümü, kudsî değerlerimizin şifabahş reçetelerine perde olan yerlerde aramak, çare olur mu bilemiyorum.
03.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|