“Bir ölü yıldız patladığında, yıldızın derininden başlayan şok dalgası saatte 32 milyon kilometre hızla yüzeye doğru çıkıyor ve patlama, Güneşten bir milyar kez daha parlak bir ışık topu oluşturuyor. Bu patlamayla kâinata, yıldız içerisinde oluşmuş nikel, altın, demir dahil çeşitli elementler dağılıyor. Oxford Üniversitesi astronomlarından Kevin Schawinski, ‘Dünyamızdaki ağır elementler, yıldızların içerisinde oluştu. Eğer süpernovalar olmasaydı, çok uzun bir geçmişte, bizim Güneşimizin oluşmasından da önce bu ağır elementler oluşmasaydı, Dünyamızı oluşturan maddeler de olmazdı’ dedi.” (aa, Londra, 14.06.2008)
Ne diyordu Kur’ân:
“Biz demiri de indirdik ki, onda hem kuvvet ve şiddet, hem de insanlar için faydalar vardır.” (Hadid Sûresi: 25)
Dikkat edilirse, Kur’ân “Demiri çıkardık” demiyor, “Demiri indirdik” diyor.
Yukarıdaki haber de, Kur’ân’ın bu hükmünü teyid eder nitelikte. Çünkü ölü yıldızların patlaması sonucunda, kâinata nikel, altın, demir dahil çeşitli elementler dağılıyor.
Yıllar önce Bediüzzaman da, eserlerinde, bu âyetle ilgili olarak sorulan şöyle bir sorudan bahsediyordu:
“Deniliyor ki: ‘Demir yerden çıkıyor; yukarıdan inmiyor ki ‘İndirdik’ denilsin. Neden ‘Çıkardık’ dememiş; zâhiren muvafık görülmeyen ‘İndirdik’ demiş?”
Bediüzzaman’ın verdiği cevap ise oldukça manidardır ve Kur’ân’ın nasıl bir mûcize kelâm olduğunu ap açık ortaya koymaktadır. İşte o cevaptan dikkat çekici bir paragraf:
“Kur’ân-ı Mû’cizü’l-Beyân i’câz lisânı ile ifade ediyor ki: Demirin o kadar çok menâfii, o kadar geniş fevâidi vardır ki, insanın hânesi olan Küre-i Arzın (Dünyanın) mahzeninden çıkarılacak âdi bir madde değildir. Ve rastgele hâcâtta (ihtiyaçlarda) istimâl edilmiş fıtrî bir mâden değildir. Belki Hâlık-ı Kâinatın tarafından rahmet hazinesinde ve kâinatın büyük tezgâhından ihzâr edilmiş bir nimet olarak, ‘Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz’ ünvân-ı haşmetiyle de Küre-i Arz sekenesinin hâcâtına medâr olmak için demiri inzâl etmiş, indirmiş diye, demirdeki umûmî menfaati ifade için, güya demirin gökten gelen rahmet, hararet ve ziyâ gibi öyle şümullü faydaları var ki, kâinat tezgâhından gönderiliyor, Küre-i Arzın dar ambarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük hazine-i rahmetten ihzâr edilerek gönderilip, Küre-i Arzın ambarında yerleştirilmiş; o ambardan asırların ihtiyâcına nisbeten parça parça ihraç ediliyor.
“Kur’ân-ı Azîmüşşân, bu küçük ambardaki parça parça çıkarılan demiri, yalnız ‘sarf etmek’ mânâsını ifade etmek istemiyor. Belki Hazine-i Kübrâdan o nimet-i azîmeyi Küre-i Arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani, bu Küre-i Arz hânesine en lâzım şey demirdir ki, Hâlık-ı Zülcelâl, güya Küre-i Arzı Güneşten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzâl etmiş ve ekser ihtiyâc-ı beşer onunla temin edilmiştir. Kur’ân-ı Hakîm, ‘Bu demirle işlerinizi görünüz ve onu çıkarmaya çalışarak istifade ediniz’ diye, mûcizâne ferman ediyor.” (Lem’alar, 28. Lem’a, 4. Nükte, s. 614, 2007)
Bediüzzaman, bu ifadeleriyle birkaç hususu vurgulamıştır. Evvelâ, demir elementi, insanlık için çok temel ve önemli bir nimettir. Mühim bir nimet olması onun rahmet hazinesinden geldiğini göstermektedir. Dolayısıyla, “..âlî, yukarı ve mânen yüksek mertebededir. Elbette nimet yukarıdan aşağıyadır ve muhtaç olan beşerin mertebesi aşağıdadır.”
Hem yine Bediüzzaman’a göre, “yukarı-aşağı” tâbirleri aslında görecelidir. Yani yeryüzünde bulunulan konuma göre değişir. Bunu da şöyle ifade eder o: “‘Yukarı,’ ‘aşağı’ nisbîdir (görecelidir). Küre-i Arzın merkezine göre yukarı ve aşağı oluyor. Hattâ bize nisbeten aşağı olan birşey, Amerika kıt’asına nazaran yukarı oluyor. Demek, merkezden sath-ı arz (yeryüzü) tarafına gelen maddeler, sath-ı arzda olanlara göre vaziyeti değişir.”
Öte yandan, Bediüzzaman’ın “Küre-i Arzı (Dünyayı) Güneş’ten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzâl etmiş” ifadesi de çok dikkat çekicidir. Bugün bilim, “Güneş, Güneş Sistemi içindeki gezegenler ve bu arada elbette bizim Dünyamız da, çok eski zamanlarda gerçekleşmiş bir süpernova patlamasının sonucunda ortaya çıkmıştır” demektedir. Bu mânâlar ise, Kevin Schawinski’nin, “Eğer süpernovalar olmasaydı, çok uzun bir geçmişte, bizim Güneşimizin oluşmasından da önce bu ağır elementler oluşmasaydı, Dünyamızı oluşturan maddeler (demir vs.) de olmazdı” sözüyle örtüşmektedir. Yani, Allahu a’lem, Cenâb-ı Hak, daha Güneş’i ve hatta onun koptuğu sistemi yarattığında, demir gibi nimetlerini insanoğlu için hazır etmişti.
Evet, Cenâb-ı Hak, “kâinat tezgâhı”nda hazırladığı demir nimetini, “süpernova” denilen patlamalar vesilesiyle yarattığı Dünyamızda da istif etmiştir. Tabiî demirle birlikte elbette bazı ağır elementleri de...
Hatta daha adını bile koyamadığımız, keşfedilmeyi bekleyen pek çok elementi Dünyamızın karnında saklamıştır Cenâb-ı Hak. Kur’ân buna “Hüvellezî halaka leküm mâ fi’l-arzi cemîan / Yer’in içinde ne varsa, sizin için yaratan O’dur” (Bakara Sûresi: 29.) âyetiyle işaret etmektedir. Bediüzzaman, bu âyetteki mu’cizeliği ve sözkonusu işareti ise, şöyle ifade etmiştir:
“Fi’l-arzi’deki ‘fî’nin ‘alâ’ya tercihi (yani âyetteki “Yer’in içinde” tabirinin “Yer’in üzerinde” tâbirine tercih edilmesi), en çok menfaatlerin arzın karnında olduğuna ve arzın karnındaki eşyanın taharrisine (araştırılmasına) insanları teşcî ettiğine (cesaretlendirdiğine) işarettir. Ve keza, arzın içindeki maden ve maddelerin istifade-i beşer için yaratılışı, arzın içinde henüz keşfedilemeyen anasır ve maddelerden, tekâlif-i hayatın zahmetlerinden müstakbelin insanlarını kurtaracak bazı gıdâî vesaire maddelerin vücudu mümkün olduğuna delâlet eder.” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 242)
Evet, Kur’ân, hükümlerinin Kıyamete kadar taze kalmasıyla, yani zaman ihtiyarladıkça kendisinin gençleşmesiyle de mû'cize bir kitaptır.
09.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|