Geceler pek sevilmez insanlar tarafından. Asırlarca şâirler, yazarlar ve bilûmum romantik karakterler hep ürkmüştür geceden. Oysa iyi tarafları da var gecenin. Ortalık tenhalaşıp da sessizliğin saltanatı başladı mı alaca karanlıkta, insan için tarifi imkânsız iç hesaplaşmalar başlar meselâ. O an eğrisi ve doğrusuyla teraziye koyduğumuz yaşantımız, gecenin kucağında ayarını bulma eğiliminde olur. Gündüzün hengâmesi içinde çoğu zaman gözden ve gönülden uzak kalan gerçekler, artık gecenin aydınlığında önümüze düşüverir dökülen saç misali. İşte bu vaziyet ve duygu hâli, gecenin bir hâkem rolü üstlendiğinin göstergesidir. Ve dikkat edilirse, insanoğlu asırlar boyu kendini çoğunlukla gecenin hakemliği ve örtüsü altında en güzel ifade etmiştir.
Bence insan görebilir ve bakış açısını netleştirebilirse, gecede çok olumlu taraflar bulabilir. Meselâ parlak bir dolunayın aydınlığında gündüz pek de kuramadığımız, şuura yakınlaştıramadığımız hayallerimiz ortalığa dökülüverir birden. Artık gecenin bağrından çıkan masmavi masallarla, Kafdağı’nın ardına yürüme azmini gösterme zamanıdır. Gündüzün çarklarında gerçekleşmeyi arzulayan nice hayalimiz, mehtap şarkılarıyla dansa kalkar ve o nazenin mutluluğu tattıracağının müjdesini kulağımıza fısıldayıverir. Yıldızlar gökkubbede asılı duran bin bir emelimizdir artık. Dolunay, mükemmelliğin timsali oluverip çıkmıştır.
Gece deyip geçmemek lâzım. Çünkü o zifiri karanlık, bir an olsun temkini elden bırakmamayı hatırlatmasını da bilir. Gündüz pek de fark edemediğimiz, içinde yuvarlandığımız aceleciliğimizin ne denli tehlikeli olduğunu yalnızlığın şarkısıyla öyle bir anlatır ki bize, o an bütün benliğimizle bunun aczini ve fakrını yaşarken, şefkatin doyumsuz tadını tefekkür makamında idrak ederiz. Düşünün bir kere… Uzayın boşluklarında yüzen bir tiyatro sahnesindesiniz... Perdeler açılıyor yavaştan. “Kaçıncı perde bu açılan? Kaçıncı merdiven bu, sahneye dayanan? Şu ortalığa düşmüş, dört elle dünyaya sarılarak insanları canından bezdirme pahasına, ihtirasına yenilenler hangi rolün suflörlüğüne soyunuyor?” gibi soruların cevaplarını geceden başka hangi aydınlık verebilir?
Gece bu! Karanlığın kucağında uzayıp giden yollarda bulursunuz kendinizi bir ara. Önce rüzgâr eser, insanı sersemleten mayhoş kokular etrafa yayılır. Gönül açar ellerini ve kucaklar, hasret yüklü hatıralardan arta kalan pişmanlıkları. Ve ebedî saadete susamış bir ruhla, tozlu yollarda çamur kokan ayaklardan sıyrılıp huzur sesini duyarak ilerler. Meydanın dâim misafiri güvercinler ve kıyılarda söyleşen, bin bir umutla sabahı bekleyen martılarla tanışır. Denizin ortasına düşecek şükür çığlıklarını bir şarkı tadında dinlemenin hazzıyla, zamanı damla damla içinde yaşar. “Daha dün” söyleminin kekremsi tadını geride bırakarak, “Haydi Abbas, vakit tamam” edasını takınıp naif bir hasret bırakır süveydasına…
Gecede inleyen bir nağmedir artık mazi. Bir yerde kalıp daha öncekiler gibi, sadece huzurla el sallamayı bilmektir aslolan. Yarınlarda tekrar avuçlanabilme ümidiyle, her çağrıldığında hayalleri süslemektir görevi gecenin. İstikbal yollarında gönül bağından kopan çil çil umut taneleri, toprağında sümbüllenir gecenin. Her hareket, her bakış ve her düşünce bir iç cümbüşü getirir beraberinde. Öyle bir cümbüş ki, ezelden takdir edilip ebede doğru giden “gelgit” demdemeleridir. Ve bütün bu gelgitler, yollara toprak olan gönül yolculuğunun dünya serencamıdır.
Gönül hayret vadisinde… Gönül, heybesi sırtında bir abdal; gecenin koynunda, rüzgârın kanatlarında, bir ney tadında akreple yelkovanın peşi sıra sonu vuslat bir hicrana yürür… Zira her ayrılık, bir vuslat içindir.
Evet, gece güzeldir. Maharet görebilmekte…
05.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|