nkara’nın başını döndüren olayların ardından bir dizi senaryo ortaya atılıyor. Her biri bir tarafa çıkan senaryoların mihveri iktidar partisini “kapatma davası” etrafında dönüyor.
“Hazine yardımı”nın kesilmesi ve başta Başbakan Erdoğan olmak üzere “iddianâme”de ismi geçen bazı bakan ve milletvekillerine “siyaset yasağı”yla yetinilmesinden, ABD’nin AKP’nin yerine yeniden yıpranmamış bir “model” arayışına, millet irâdesini saptırıcı “muvazaa oluşumlar”a kadar varsayımların ardı arkası kesilmiyor.
Bazı mahfillerde bu dönemin bittiğinden ve yeni dönemin adının konmasından bahsedilse de, ihtimallerin çoğu “spekülasyon”un ötesine geçmedi, geçemiyor.
Senaryoların özetinin, “AKP ile devam” ya da “AKP sonrası Türkiye’nin çözümü” şeklinde farklı uçlara kayan geniş alternatiflere yayılması, “kapatma davası”yla bilinmezliğe sürüklenen siyaseti daha da belirsizliğe itiyor…
BELİRSİZLİĞİ GİDERECEK DEMOKRATİK DİRENÇ YOK
Peki siyaset bu belirsizliği giderecek demokratik direnci gösterebilecek mi? Dünden bugüne ne yazık ki başta iktidar partisi olmak üzere bu irâdeyi göstermedi, gösteremedi. Bununla da kalmadı bu süreçte çok vâhim yanlışlar yaptı; yapmaya da devam ediyor.
En başta söz verilen “yeni sivil anayasa” resmen rafa kaldırıldı. YÖK yasasını hâlâ değiştirmiş değil. Ceza kanunu defalarca değiştirildi; ancak hâlâ 301. ve meşhur 312’nin yerine ikame edilen 216. maddeden düşünce ve ifâde özgürlüğü üzerindeki baskılar devam ediyor. Sırf inancı gereği depreme “İlâhî ikaz” diyen yazar ve düşünürlerin yargılanmaları sürüyor.
Dahası AİHM’e gönderilen hükûmet savunmalarında hapis cezası istemiyle açılan ve bir kısmı ceza alan yargılanmalar resmen savunuluyor. İnancını açıklamanın “suç” sayılıp cezalandırılmasına açıkça arka çıkılıyor. Tıpkı Leyla Şahin dâvâsında hükümetin Strasbuorg’a, başörtüsünün “laikliğe aykırı”, “siyasî simge” ve “gerginlik sebebi” olduğunu, YÖK ve yasakçı rektörlerin yasadışı keyfî yasağı dayatmalarının “yasala uygun” gördüğünü bildirmesi gibi…
Aynı kırılmayla yüzbinlerce öğrencinin eğitim hakkı gasb ediliyor. Hakkında hiçbir yasaklayıcı hüküm bulunmayan başörtüsü için Anayasayı değiştirme “tuzağı”yla dinî bir vecîbe olan ve temel insan haklarının başında gelen inancını yaşama hakkının yasaklanmasının “yasallaştırılması” yanlışına bahaneler sunuldu, sunuluyor.
Bu arada imam hatip mezunlarına ve meslek okullarına uygulanan katsayı haksızlığı her dönem onbinlerce öğrenciyi mağdur ediyor. Diyanet’e bağlı Kur’ân kursları ve camilerde çocukların Kur’ân öğreniminin hâlâ “yaş yasağı”nı ortadan kaldıracak çaba gösterilmediği gibi, Anadolu’da kadim bir gelenek haline gelen Kur’ân öğrenimine yasak getirildi ve cezası arttırıldı.
Yeni ceza yasasında tatilde, evlerde, apartmanlarda komşu çocuklarına Kur’ân dersi verecek vatandaşlar “izinsiz eğitim kurumlarını açmak” ve “izinsiz eğitim vermek” suçuyla suçlanabilecekler. İktidar partisi ve hükûmet sözcüleri bu ucûbeyi düzeltmek yerine, iktidarı “güvence” gösterdiler. Bu garip maddeyle vatandaşların tâciz edileceği uyarılarını dikkate almadılar…
“ŞİRİN GÖZÜKME” SİYASETİNİN AKIBETİ…
Keza AB müzâkere süreci de iyi işlemedi. Hırvatistan 36 müzâkere başlığından 18’ini açarken, Ankara ancak 8 başlığı açabildi. “Tarım” gibi AB standartlarında esas olan 18 önemli başlık ise hâlâ duruyor.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Gül, şimdiye kadar bir tek rektör atadı; YÖK’ün elediği isimler arasında beklentilere göre “en uygun olmayanı” seçtiği söyleniyor. Yeni rektör atamalarında ise hangi kriterin esas alınacağı bilinmiyor.
28 Şubat “post modern darbe” sürecinde mevhum “irtica ile mücadele” için icâd edilen “Batı Çalışma Grubu”nun yerine kurulan Başbakanlık Tâkip Kurulu üyesi bir hakimi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ataması tarzındaki mâlum mihrakların pompaladığı millete rağmen “laiklik hassasiyeti”ni mi, yoksa milletin beklentilerini mi nazara alacak?...
Kısacası Ankara ciddî bir sınavla karşı karşıya. Türkiye’nin “kriz”den çıkmasının yegâne yolu, milletin hassasiyetlerini nazara alan demokrasiyi güçlendirmek ve kararlı bir demokratik tavır ortaya koymaktan geçiyor…
Ne var ki siyasî iktidar, başkalarına yaranmak ve demokrasi dışı mahfilleri memnun etmek hesabına özellikle inanç ve mânevî meselelerde halkın taleplerini hep erteledi, öteledi. Milletin bahşettiği Anayasayı dahi değiştirecek güce rağmen AKP siyasî iktidarı, bu kubbe de hoş bir sâdâ bırakmadı…
Başkalarına “şirin gözükme” siyasetinin akıbeti ortada. Bütün bunlar Ebû Müslim Horasanî Hazretlerine atfedilen şu ibretli sözü hatırlatıyor:
“Şerrinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Şerrinden korktuklarını ise yakın tuttular. Yakın tuttukları ‘dost’ olmadı; ancak uzak tuttukları dostları ‘düşman’ oldu. Ve herkes ‘düşman’ safında toplanınca yıkılmaları mukadder oldu.”
Neticede düşülen vartada Ankara siyasetini bu ikaz izâh ediyor…
05.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|