Sebeplerin suskunluğu ümitleri derinlere çekiyor… Uzanmak ve tutunmak; zor katmanları kaldırıp atmaya, ciddî çabaya ihtiyaç bırakıyor… İhtiyarı sonuna kadar kullanmak, iktidarı olan gücüyle çalıştırmakla çıkar ümit suyu…
Kuru bir gayret, ham hayalle yerinden kıpırdamaz… Gelgitli araf emeklemeler, boş konuşmalar, zembereğinden sıkıca tutmadan, kulpuna dört elle sarılmadan, sine onunla dolmadan, onu elde edecek ne bir hareket yakalanır ne de bereket…
Sa’ysız su yok… İki tepe arasında—ümit ve korku—yedi defa gidip gelmeyi gerektirir, kesilmeyen suya erişmek, safayı bulmak… İçin için yanmayı, gayret solumayı, ufuk gözlemeyi, çölde şefkatle çağlamayı bilmeden gelmez zemzem… Sebeplerin terk ettiği çöl yalnızlığında, yalınlığın tane tane aktığı berraklıkta saklı su…
Kimsesizliğin koynunda, kalbin kırık köşesinde depolu zemzem… Korkunun içinde, ümidin sedefinde kaynıyor duygu vadisini dolduran bereket… Sebeplerin bir kırbaç suyunda değil duânın derinliğinde dalgalanıyor ümit deryası…
Kalbin Kâbe’sine, Kâbe’nin kalbine yakın zemzem… Kesret kumundan uzakta, ehadiyet incileriyle dolu vahdet bahrinin içinde zemzem… Sıkıntıları sa’y şuuruyla geçirenlere fışkırır zemzem hikmeti… Adımlarını gayretle atan, dillerini duâ ile döndüren, nazarlarını ümide çeviren, duygularını şevkle dolduranlara pınar pınar dökülür hikmet zemzemi… Aramasını bilenler, ümidi omuzlayanlar, gayreti taşıyanlar, çabayı işletenlere kendiliğinden akar bereket pınarı…
Çölün derinliği mânânın enginliğini taşır, sessizliği hikmeti dillendirir, sükûnu idraki güçlendirir, taneleri hiçliği haber verir… Mekânda hapsolmuşluktan kurtarır, zamanda rüzgâr gibi akmayı öğretir… Hürriyet meltemleri eser, esenlik muştusu savrulur nefes nefes, rüzgâr rüzgâr…
İki tepe arasında gitmeyi ve gelmeyi gerektirir dertten devayı bulmak; İster çölde ister ormanda olsun ümit ve korku kanatlarıyla uçulur suyun bulunduğu, şifanın içildiği, barış ve bereketin fışkırdığı çağlayana… Duâ duâ çağlamak, gayret gayret koşmak zemherirlerde bile zemzem çıkartır… Ziyan olmuş zihinler, dumura uğramış duygular, kumla dolmuş kalpler ise kuru çöl rüzgârlarında kaybolup gider… Karanlık, kimsesizlik, sahipsizlik, terk edilmişliğin ıztırabıyla inler… Zahirin yeşil vadilerinde yaşıyor görünseler bile, içleri çöl çilesiyle kavruluyordur…
Safa ile Merve hakikati, şehrin kurak çöllerinde hissedilirse, atılan her adım, açılan her çeşmede zemzem hikmeti dökülür… Hacer şefkati, İsmail yalnızlığı yoksa nasıl idrak edilir kesret kabalığında…
Bereket çokluk değildir, bağışlanmaktır öncesinde, sonrasında öyle çağlayıştır ki dursun diye zem zem denir… Zanlı zihinler, paslı kafalar, kapakçıkları kumla dolmuş kalpler hissetmez onu, kesret çöllerinde koşturmakla da ellerine bir şey geçmez. Bağışlanmak, barış, bereketten çok uzakta yaşar böyleleri… Öylelerinden olmamak duâsıyla.
01.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|