“Prof. Dr. Miktad Doğanlar, Amanos Dağlarında bulunan ve bir yıl yaşayıp 100 civarında yumurta bırakan çekirge ailesinden endemik bir böceğin günde 20 civarında kene yediğini tesbit ettiklerini, bunun keneyle mücadelede değerlendirilmesi gerektiğini bildirdi. Böceğe, Amanos ile özdeşleşmesi için ‘Eremiaphila Dagi’ adının verildiğini belirten Doğanlar’a göre, böylelikle Kırık Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ile etkin bir şekilde biyolojik yolla mücadele gerçekleştirilebilir.” (aa)
Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye (aklî delillere) istinat eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek” der Bediüzzaman.
Sözkonusu haber de, Kur’ân’ın aklî delillere dayandığının ve hükümlerini akla tesbit ettirdiğinin bir ispatı niteliğinde.
Nasıl mı?
Neml Sûresi’nin 16. âyetinde şöyle buyrulur: “Bize kuşların dili öğretildi.”
Ve ayrıca Sâd Suresi’nin 19. âyeti: “Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.”
İlk bakışta, keneye karşı çekirge türü bir böcekle mücadele etmenin bu âyetlerle bağlantısı kurulamayabilir. Ancak Kur’ân’ın herbir âyetinin açık mânâsının yanında, bir de—her asra bakan—işârî mânâlarının olduğu gerçeği dikkate alınırsa, mesele daha iyi anlaşılır.
Bediüzzaman Hazretleri, “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır” âyetinin, Kur’ân’da herşeyin olduğunu ifade ettiğini söyler. Hatta bu sırdandır ki, Hz. Peygamber’in “Ya Rabbi, ona Kur’ân’ın inceliklerini, sırlarını anlamayı nasip et” dediği İbni Abbas (ra) “Ayakkabımın bağı kaybolsa, onu Kur’ân’da ararım” demiştir. Kısacası Kur’ân’da herşey—açık veya gizli olarak—yer almaktadır. Gizli olarak yer alanlara, “işârî mânâlar” denilmiştir.
İşte, eserlerinde bazı âyetlerin bu işârî mânâlarını da beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, yukarıdaki âyetlerle ilgili olarak şöyle demiştir:
“‘Kuşlar da onun etrafında toplanırdı’, ‘Bize kuşların dili öğretildi’ cümleleriyle, Hazret-i Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâma kuşlar envâının lisânlarını, hem istidadlarının (kabiliyetlerinin) dillerini, yani hangi işe yaradıklarını onlara Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar.
“Evet, mâdem hakikattir, mâdem rûy-i zemin (yeryüzü), bir sofra-i Rahmân’dır (Rahman’ın sofrası), insanın şerefine kurulmuştur; öyle ise, o sofradan istifade eden sâir hayvanât ve tuyûrun (kuşların) çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki, en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bâzı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir; öyle de, başka kuş ve hayvanların istidad (kabiliyet) dili bilinirse, çok tâifeleri var ki, karındaşları hayvanât-ı ehliye (evcil hayvanlar) gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler.”
Evet, Kur’ân, sözkonusu âyetlerin işârî mânâsıyla, insanoğlunu, hayvanların kabiliyet dillerini öğrenmeye ve bu sayede onları insanlığın faydasına olacak bazı mühim işlerde istihdam etmeye teşvik etmektedir.
Hatta Bediüzzaman, bununla ilgili olarak aynı yerin devamında şöyle bir örnek de verir: “Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faydalı bir hizmette, ücretsiz olarak istihdam edilebilir.”
Ne dersiniz, insan sağlığına zararlı olan kenelere karşı çekirge ailesinden endemik bir böcekle veya bir başka canlı türüyle mücadele etme düşüncesi de, bu mânâları hatırlatmıyor mu?
Aslında bilimin, ‘hayvanların kabiliyet dilini ve ne işe yaradıklarını’ çözmek ve insanlığın hizmetinde kullanmak adına ortaya koyduğu ve koyacağı tüm gelişmeler, sözkonusu âyetlerin işârî mânâları kapsamındadır ve ona hizmet etmektedir.
Evet, “Zaman ihtiyarlandıkça, Kur’ân gençleşiyor.”
Bilim, varlığın dilini çözdükçe Kur’ân’ın sırlarını ortaya koyuyor ve mu’cizeliğini de ispat ediyor.
12.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|