|
|
Sorunun % 80’inin çözümü % 20’de
Sorun bulma teknikleri içinde en yaygın tekniklerden biri olarak bilinen Pareto kuralı, yaşadığımız son sorunları da değerlendirmemize ışık tutuyor aslında.
Hemen hatırlayalım Pareto kuralını: İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto, 1897 yılında İtalya'daki servetin % 80'ine İtalya'daki nüfusun % 20'sinin, İngiltere'deki toprakların % 80'ine ise İngiltere'deki nüfusun % 20'sinin sahip olduğunu ve servet dağılımına ilişkin daha sonraki incelemelerinde de bu oranların genelde aynı olduğunu gözlemledi. Pareto daha sonra, bahçesinde ektiği bezelye tohumlarının % 20'sinin, mahsulün % 80'ini verdiğini de tesbit etmesiyle birlikte, bu incelemelerinden önemli azınlık ile önemsiz çoğunluğa ilişkin matematiksel bir modelin var olabileceğini keşfetti. Böylece önemli azınlık (% 20) ile önemsiz çoğunluğa (% 80'e) ilişkin bu prensibin adına da Pareto prensibi denildi.
Yaşadığımız sorunları şöyle bir hatırlayın; bu kuralın doğruya ne kadar da yakın olduğunu göreceksiniz. Yüz yıllık siyasî sorunların, sosyo-ekonomik krizlerin, inanç çatışmalarının, yönetim sorunlarının ve eğitim problemlerinin % 80'ninin kaynağı % 20'nin içinde bulunuyor. Osmanlıyı düşünün meselâ; son yarım asrındaki sorunları oluşturan temel yanlışlıkların % 80'ni yönetimin, siyasilerin, eğitimcilerin % 20'sinden kaynaklanıyordu. Cumhuriyet döneminde de bu oran değişmedi. Aslında nüfusun % 20'siydi sorunların kaynağı.
Yıllarca Demokrat Partinin, Adalet Partisinin, Doğru Yol Partisinin oy tabanını "cahil oy sürüsü", "Hassolar, Memolar" olarak gören ve % 20 tarafından desteklenen jakoben azınlığa verilecek ders tam demokrasi ile temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesinde yatmaktadır. % 47 gibi "önemsiz bir çoğunluğa"(!) sahip olan bu hükümet de eğer % 80'lik sorunun üstesinden gelmek istiyorsa iki şeye dikkat etmek zorundadır:
1-) Sorunların kaynağının kendi iktidarlarıyla da katkıda bulundukları kemalist ideolojinin halka dayatılmasında olduğunu görmeli.
2-) % 80'lik soruna kaynaklık yapan ve yanlışçılara ilham veren kemalizmi çözmenin tek yolunun AB reformları, demokratikleşme olduğunu anlamalı ve uygulamaya geçmeli.
Halka düşen görevler de var elbette: Önemsiz çoğunluk olmaktan çıkıp "nitelikli çoğunluk" haline gelmektir bu görevin ilki. Görüyoruz ki, hiç kimse esas soruna değinmiyor. Ya görmüyor veya önemsemiyor. Kendisine göre vatana, millete, bayrağa vb. kutsallara hizmet ettiğini düşünen sözüm ona AKP tabanı gibi kesimler Çetin Altan ustanın aktardığı ve Sakallı Celal'e ait olan şu tesbitini doğruluyor gibi: "Şarka giden bir geminin güvertesinde Garba doğru koşmak..."
Sorunlar yumağının dantel ipleri öylesine ince ki, ipler sarmal olduğundan bir kısım insanlar onu kalın sanırken, bir kısmı ise ipin farkında bile değil. Bu ipleri önemsemeyen bir kısım insanlar ise o ince iplere kuvvet verip sonunda onu boynuna geçen bir ilmeğe dönüştürüyor.
Diktatörlüğe yelken açmış kemalist geminin güvertesinde özgürlüğe doğru koştuğunu sanan bir millet olmaktan kurtulmak dileğiyle.
|
B. Sait ÇİFTÇİ
10.06.2008
|
|
Ahlâk eğitimi neden önemlidir?
Eğitimde uygulanan yeni yaklaşımlarla kültürel birikimimizin yeni nesillere aktarılmasının bireysel gelişim, karakter ve ahlâk eğitimi, özgüven geliştirme, farklılıklara saygı, özdenetim, kişisel tercihlere saygı, eleştiri ve muhakeme kültürü kazandırılmak istenen önemli disiplinler olarak göze çarpmaktadır.
Günümüz eğitiminde disiplinlerin ortak konusu olan ahlâk eğitimi bu sürecin kilit noktasını oluşturmaktadır. Her aile çocuğunu en güzel şekilde yarına hazırlayıp, iyi bir birey, iyi bir vatandaş, en önemlisi iyi bir insan olmasını ister. Çocuğun bilgi düzeyinde kazandığı donanımlar kadar bunları güzelleştirecek ahlâkî erdemleri de kazanmasını ister. Çünkü ahlâkî erdemlerle zenginleştirilmeyen bir bilgi başkalarının aleyhine, olumsuz bir şekilde kullanılabilir.
Okul öncesi dönem çocuğa ahlâkî eğitimin verilmeye başlandığı en kritik ve en verimli dönemdir. Bu dönemde ebeveynler kararlı bir şekilde çocuklarına, onların anlayabileceği örneklerle iyi ve kötüyü telkin etmelidirler. Ebeveynlerin bu noktada kararlılık göstermeleri ve örnek model teşkil etmeleri sürecin verimliliğini daha da ziyadeleştirerek, doğru davranışların kazanılmasına yol açacaktır. Bazı ailelerde ortaya çıkan yanlış tutumlar bu süreci olumsuz bir şekilde aksatmakta, ebeveynler çocuklarına büyük zarar vermektedirler. Ancak çocukların o yaşlarda çok küçük olmaları sebebiyle, saf ve iyi niyetli olacakları tezine dayanılarak, onlar tarafından gösterilen uygunsuz davranışlar, söylenen kötü sözler önemsenmez; hatta bazı ebeveynler, diğer ebeveynlere bir üstünlük edasıyla, bunu bir eğlence şeklinde telkin ederek çocuğun uygun olmayan davranış ve sözleri ortaya koyması için ona uygun şartları hazırlayıp, onları teşvik ederler.
Çocuğun özgürlük sınırları belli edilmeden ortaya koyduğu olumsuz davranışları engellenmez, müdahale edilmez. Bu konuda toplumda var olan başka bir yanlış tutumda ilk çocukluk döneminde hareketlerinde özgür bırakılan çocuğun ileride daha sosyal, daha aktif olacağı, ezilmeyeceği, hakkını savunmaktan geri durmayacağı anlayışıdır. İleriki süreçte bu davranışlar cezalandırılarak çocuklar üzerinde oluşturulacak baskı ile neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme merciine dönüşme yanlışına düşecek ebeveynler, çocuklarının ahlâk eğitiminde olumsuz davranışların kazandırılmasında istemeden de olsa aktif rol oynamış olacaklardır. Bütün bunlar göz önüne alınarak küçük yaşlardan itibaren çocuğun yanlış olan davranışları çocuğu incitmeden, kırmadan cezalandırmadan makul bir dille kendisine anlatılmalı, bu konuda kararlılık ortaya konularak çocuğun kaprislerine aldırmadan çocuğun doğru alışkanlıklar kazanması için ona doğru rehberlik yapılmalıdır.
Sözünü ettiğimiz süreç birkaç kez çocuğun ebeveyn üzerinde duygusal etkilerini harekete geçirerek zaafa uğradığında, çocuk isteklerini kabul ettirme adına kendine bir dayanak noktası bulur. İstekleri yapılmadığı takdirde bu gücü kullanarak, etrafındaki şeylere zarar verir, anne ve babasını incitecek tutumlar içine girer, isteklerini kabul ettirmek adına çeşitli vesilelerle aile üzerinde baskı kurmaya çalışır. Bu gibi durumların oluşmaması için ebeveynin doğru davranış telkini ve olumsuz davranış karşısında kararlılığı büyük önem taşımaktadır. Çocuğun ileriye dönük yaşantısını oluşturacak bu süreçte kazanılan güzel davranış ve edinilen alışkanlıklar çocuğun iç yaşantısı haline gelerek huzurlu bir hayatın müdavimi olmasını sağlayacaktır.
Çocuk yanında ebeveynleri ya da baskı ve caydırıcı unsuru başka faktörler olmadan da olumsuz davranışı yapmaması için bu yönde iradesi güçlendirilmelidir. Bu bağlamda çocuğa hak kavramı öğretilerek, sorumluluk verilmelidir. Çocuğun kendi başına karar vereceği, kararını uygulayacağı, katkıda bulunacağı imkânlar sağlayarak bu yönde iradesine olumlu katkıda bulunabiliriz. Çocuk kendini gerçekleştirdikçe, o anda duyacağı içsel huzur, başarı ve mutluluk duygusu ile yeni başarılar ve katkılar sağlamak için yeni sorumluluklar almak isteyecektir. Aile yaşantısında çocuğa iyi birer model olursak çocuk zamanla bizdeki güzel hasletli, güzel sözleri taklit ederek yaşantısında tatbik etmeye başlayacaktır.
Çocuğun olumlu karakter yapısına sahip olması için küçük yaşlardan itibaren doğruluk, dürüstlük, iradeye hakim olma, dengeli davranma, dış tepkilere karşı koyma, kendi doğrularına sahip çıkma ve doğrularını savunması için içten gelen bir iç huzura ihtiyacı vardır. Bu sebeple küçük yaşlardan itibaren çocuklara manevî bir kimlik eğitimi verilmeye başlanmalı. Verilen eğitim çocuğun yaşına, anlama kapasitesine hitap edecek örneklemlerle şekillenmelidir.
Günümüzde her gün yenileri ile karşılaştığımız aile cinayetleri, cinnet haberleri çocuklarımıza bu manevî terbiyeyi doğru bir şekilde vermediğimiz ya da veremediğimizin somut ölçütleri olarak ortaya çıkmaktadır. Ahlâkî bakımdan bu iç huzuru kazanamayan çocuklar, görsel medyada yer alan olumsuz objeler, arkadaş çevresi ve olumsuz örneklemlere özenti gibi değişik faktörlerden etkilendiği için suç işleme ve kötü alışkanlıklarla kendini ifade ettiğini düşünmektedir. Bu olumsuz tablolarla karşılaşmamak adına bizlere birer emanet olarak verilen çocuklarımız için aile ortamını güzelleştirerek, hayatımızın dinamiği olan inanç esaslarını yaşayarak ve onlara bu konuda iyi birer model olarak onları yarınlara hazırlamalıyız. Ahlâkî terbiyesi ve manevî kimliği ile kendini ifade edebilen bir gençlik yetiştirmek duâ ve ümidiyle…
|
Osman AKTAN
10.06.2008
|
|
AB, 2010 EĞİTİM HEDEFLERİNİ YAKALAYABİLECEK Mİ? (2)
Okuryazarlığı ve sayısal yeteneği arttırma Bütün yurttaşların okuryazarlık, sayısal yeteneğe ulaşması ve kaliteli öğrenmeyi sağlamak için zorunludur; bunlar müteakip bütün öğrenme yeteneklerinin ve bunun yanı sıra istihdam edilebilirliğin anahtarıdır.
Problemin derecesini doğru olarak değerlendirmek zor olsa da (çünkü insanlar okuma veya aritmetikte güçlük çektiklerini kabul etmeye yanaşmazlar), yine de şüphesiz bu iki alanda sürekli bir problem mevcuttur ve bu zayıflıkları bazı insanları hayatları boyunca geri bırakmaktadır. Bazı gruplar (meselâ, ana dilleri öğrenim dilinden farklı olanlar) özellikle bu konuda zayıftırlar.
Problem esas olarak ilköğretim ve eğitime ilişkin olarak algılanmakla birlikte, örgün eğitimden çıkan insanların bu becerilerini (özellikle okuryazarlık) kaybetmesi problemi de büyümektedir. İnsanların okumaksızın, daha fazla malzemeyi almasını sağlayan bir toplumda, insanların okuryazarlık ve sayısal yeteneğini muhafaza etmesinin hem kişisel, hem de meslekî olarak zorunlu olduğuna ikna etmek için diğer yollar bulunmalıdır.
Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin girmesi, problemi hem daha da keskinleştirmekte—çünkü iş yerindeki oluşturduğu değişiklikler okuryazarlık ve sayısal becerileri yetersiz olanlar için mevcut işlerin sayısını azaltmaktadır—hem de aynı zamanda problemin halledilmesi için yeni ve daha bireysel yöntemler sağlamaktadır ki bu da dezavantajlı insanların oranını toplum bir bütün olarak azaltmak istiyorsa daha geliştirilmesi gereklidir. Bu problemi halletmek için uyumlu bir çabanın zorunlu olduğu bazı üye devletlerde açıktır ve yakında her yerde böyle olacaktır.
Öğrenmeye erişimi hayatın her anında
kolaylaştırma ve daha yaygınlaştırma
Herkes, eğitim sistemlerinin hayat boyu öğrenme dünyasına uyması gerektiğini kabul etmektedir ve bir takım üye devletlerde bu, eğitimin içericiliği ve toplumsal dışlamaya karşı mücadeleye katkısı hakkında, iç uyum hakkında ve genç insanlara ve yetişkinlere ne kadar çekici olduğu hakkında endişelere yol açmaktadır. Demografik piramitteki değişim—toplumda genç insanların oranı daha önce hiç bu kadar küçük olmamıştı—ayrıca daha yaşlı yaş gruplarında sürekli öğrenmeyi teşvik etmenin önemini de güçlendirmektedir.
Hayat boyu öğrenmeye erişim
Eğitim sistemlerinin bütün yaşlardaki insanların ihtiyaçlarına uyması, ve bütün yaşlardaki insanları öğrenme sürecine çekebilmesi ihtiyacı bütün üye devletler tarafından doğru şekilde en önemli zorlu görev olarak görülmektedir. Bütün üye devletler, işin mahiyetindeki ve bilginin elde edilebilirliğindeki değişimin öğrenme ve bilgi için sürekli bir iştahın bireyler olduğu kadar toplum ve ekonomi için de çok önemli olduğunu kabul etmektedir.
Bu zorlu görevi karşılamak her şeyden önce, öğretim ve eğitim eğer herkese hayatın her aşamasında gerçekten açık hale gelecekse, öğretim ve eğitimin veriliş şeklinde değişiklik gerektiğini tanımayı içermektedir. Bu sistemlerin bütün bölümlerinin öğrencilere—özellikle yüksek öğretim—daha demokratik ve benimseyici olması gerektiğini göstermektedir. Rehberlik daha rahat kullanılabilir olmuştur ve bilgisayarların sunduğu yöntemleri bireyselleştirme potansiyelinden daha geniş ölçüde yararlanılmaktadır. Fakat eğitimi bu şekilde genişletmek eğitim dünyasının her zaman bir parçası olmayan konuları gündeme getirmektedir—zaman programlarının ailesi olanların kullanılabilirliğine uyarlanması, kurslar esnasında çocuk bakımı sağlama veya hatta örgün eğitim sistemleri haricinde kazanılan önceki deneyimin tanınması gibi. Eğitimin ayrıca çok genç çocuklara doğru genişletilmesini de gerektirmektedir. Oyun ve öğrenme fırsatlarını birleştirerek, okul öncesi bakım için genel kapsama, çoğu ana babanın aradığı ve çocuklara okuldaki daha formel öğrenme sürecine doğru etkili bir şekilde ilerlemesi için daha iyi sosyal taban sağlayan bir şeydir.
Öğrenmeyi daha çekici kılma
Öğrenimde kalma teşvikleri veya sağlamanın "talep sürüklemeli" görülebileceği sınır konusu da bu kapsamda ortaya çıkmaktadır. Genç insanlar formel öğretim veya eğitimden ayrılıp ücretli istihdama gidebilecekleri yaşa eriştikçe ki bu (daralan işgücü piyasasında) yükselen bir trend haline gelmektedir, ücret paketinin etkilerini dengelemek için diğer teşvik şekilleri bulunmalıdır. Hayatın daha sonraki aşamalarında, öğrenmenin finansmanı konusu da ortaya çıkmaktadır—gerçi farklı bir kapsamda. Ömür boyu öğrenme çerçevesi, insanların istihdam ve öğrenmeyi birbirini dışlayan kavramlar olarak görmemesini gerektirmektedir. Bu konuların sunum şekli üye devletten üye devlete değişmektedir (tanım olarak); fakat bunun varlığı yaygındır ve bu sebeple çözümler bulunmalıdır.
Öğretim ve eğitimi yerel çevreye, Avrupa'ya ve dünyaya açma. İş dünyası ile bağlantıları
güçlendirmek
Okulların ve eğitim kurumlarının iş dünyası ile ilişkilendirilmesi gereği artık kabul edilmektedir Eğitim bakımından çoğu ülkede eğitimin organizasyonunda sosyal ortakların varlığı işin tabiatındadır ve açık olarak istihdam edilebilirliği sağlama sürecinin vazgeçilmez parçasıdır. Ancak, yerel işletmeler diğer bakımlardan da bir kaynaktır, meselâ bölgede beceriler için gelecekteki ihtiyaçlar konusunda perspektif sağlamada ve bunun yanı sıra iş dünyasının nasıl işlediği hakkında öğrencilere muhtemel girdi sağlama gibi. Okullar aynı zamanda, kendi uygar eğitim müfredatlarının parçası olarak başarılı işletme rol örnekleri sağlamak için kendi yerel çevrelerinde işletmeler ile kurdukları temastan yararlanmalıdır.
Eğitim sistemleri aynı zamanda, kendilerinin işletmelere ve eğitim sisteminin dışındaki ortaklara tavırlarının yeni bin yılda hâlâ geçerli olup olmadığını gözden geçirmelidir. Geçmişteki tavırlar dış etkilere bir miktar kapalı olma eğilimindeydi—yalnızca eğitim sistemlerinin büyüklüğü ve sonuçları sebebiyle değil, istihdam ettikleri ve etkiledikleri insan sayısı ve onlara politik olarak atfettikleri önem sebebiyle. Ancak, Avrupa geleneği eğitimde özel sektörün sınırlı katılımı olmakla birlikte, dünyanın diğer yerlerinden deneyim, iş dünyasının okullardan kaliteli çıktı görmede uzun vadeli ilgisi olduğunu ortaya koymaktadır. Toplumun en iyi menfaati bu ilgiyi teşvik etmede ve dışlamamadadır ve eğitim sistemleri, öğrencileri motive etme ve okullara veya eğitim kuruluşlarına yeni perspektif enjekte etme bakımından bu katılımdan neler öğrenilebileceğini görmek için kendi uygulamalarını gözden geçirmelidir.
Avrupa Birliği 2010 hedeflerini zamanında gerçekleştirebilmek için üye ülkelere çağrıda bulunuyor ve bu konuda üye ülkelerin daha fazla çaba harcamalarını istiyor. AB sürecinde Türkiye'de eğitim, konusuna da ayrı bir dosya konusu olarak daha sonra değineceğiz.
Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
Kaynaklar:
http://www.megep.meb.gov.tr/, AB Eğitim Ve Kültür Genel Müdürlüğü, http://www.megep.meb.gov.tr/megep/genel/ab/ab.htm
|
Mustafa OĞUZ
10.06.2008
|
|
SÖZ BİRLİĞİ
Başarının sırrı amaca sadakattir
HAYATTA en zor şey, amaçsız insanlarla yaşama zorunluluğudur (Cenap Şahabettin). Amacını genellikle gözünün önünde bulundur, tek tek şeylerde ise duruma uy (Goethe). Hiçbir şart altında cesaretimi kaybetmem. Bir işi başarmanın üç şartı: Çalışmak, sağlam çalışmak, ikincisi ise o işe bütün varlığın ile sarılmak, üçüncüsü sağduyu sahibi olmaktır (Bismark). Nereye gittiğini bilen insana yol vermek için, dünya durup kenara çekilir ve ona yol verir (D.Starr). Kişiler tembel değildir. Sadece, kendilerine esin kaynağı oluşturacak kadar, güçlü amaçları yoktur (Anthony Robbins). Erişmek istediği hedefi olmayanlar çalışmaktan zevk almazlar (Emile Raux). Her şey görünür şeklini almadan önce, görünmeyen bir ideale göre dokunur (Dr. Y. Bloodworth). Kimi insanlar hayatta hiçbir amaca sahip olmadan yaşarlar. Bu gibi insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Onlar gitmez; ancak suyun akışına kapılarak akar giderler (Seneca). Hayatın amacı, amaçlı bir hayattır (Deepak Chopra). İnsan kendisi için karar verir! Bu yüzden eğitimin amacı karar verme yeteneğini geliştirmek olmalıdır (Victor E. Frankl). Cesur olmak için cesurmuş gibi hareket etmek, bütün irademizi bu amaca göre kullanmak gerekir (William James). Eylem adamları, kurdukları hayallere sımsıkı sarılmış olanlardır (James Huneker). Kendi kişiliğinin bilincine varmak herkesin önde gelen amacı olmalı (Oscar Wilde).
|
10.06.2008
|
|
TEBESSÜM
NEREDEN BİLSİN?
TARİH öğretmeni sordu: ''Söyle evlâdım, Napolyon ne zaman öldü?''
Öğrenci: ''Valla öğretmenim, ben hastalandığını bile duymadım.''
Bu cevaba pek öfkelenen öğretmen, çocuğun velisini çağırdı: ''Oğlunuza Napolyon'un ne zaman öldüğünü sordum. Hastalandığını bile duymadığını söyledi.''
Öğrencinin velisi: ''Haklıdır yavrucak, hocam. Biz fakir insanlarız. Radyomuz, televizyonumuz yok. Evimize gazete de girmez. Nereden duysun biçare çocukcağız o dediğin beyin öldüğünü?''
|
10.06.2008
|
|
|
|