Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Muhakkak yeryüzü zulüm ve haksızlıkla doldurulacaktır. Sonra benim Ehl-i Beytimden bir zat çıkacak, daha önce zulüm ve haksızlıkla doldurulduğu gibi, yeryüzünü adalet ve hakkaniyetle dolduracaktır.

Câmiü's-Sağîr, No: 3208

10.06.2008


Risâle-i Nur, istikbali kendisiyle meşgul edecek

Risale-i Nur'un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku küre-i arzca bir itiraz olduğu gibi, bu Emirdağı memleketinde dört ay zarfında yalnız üç Cuma gecesinde--biri leyle-i Regaip, biri leyle-i Miraç, biri de Şaban-ı Muazzamın birinci Cuma gecesinde--rahmetin kesretli gelmesi ve Risale-i Nur'un da serbestiyetinin üç devresine tam tamına tevafuk etmesi, küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur'un da manevi bir rahmet ve yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir.

Ve en latif bir emare şudur ki: Dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, vurdu. Biz, uçurmak için işâret ettik, gitmedi.

Mecbur oldum, Ceylan’a dedim:

“Pencereyi aç; o ne diyecek?”

Girdi, durdu, ta bu sabaha kadar... Sonra odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakikada döndüm, baktım, “Kuddüs, Kuddüs” zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: “Bu misafir niçin geldi?” Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim, o misafir kayboldu.

Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki, Hafız Ali nin kardeşi yanımıza gelmiş.”

Ben de dedim: “Hafız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek.”

Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi, dedi: Hafız Mustafa geldi; hem Risâle-i Nur’un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitaplarımı da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve senin, hem kuddüs kuşunun tâbirini ispat etti—ki, tesadüf olmadığını ispat etti.

Acaba, emsâlsiz bir tarzda hem serçe kuşu acip bir sûrette, hem kuddüs kuşu garip bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve masum çocuğun rüyası tam tamına çıkması, Risâle-i Nur’un Hafız Mustafa gibi bir zâtın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevâfuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimâli var mı ki, bir beşaret-i gaybiye olmasın?

Evet, bu mesele, küçük bir mesele değil; kâinat ve hayvanât ile alâkadardır. Ben Risâle-i Nur’un bir şâkirdi olmak itibarıyla, kendi hisseme düşen bu kâr ve neticeyi, binler altın lira kadar kazancım var kanaat ediyorum. Başka yüz binler Risâle-i Nur şakirtleri ve takviye-i imana muhtaç ehl-i imanın istifadeleri buna kıyas edilsin.

Evet, dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammâlarını hâl ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Miraç ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risâle-i Nur eczâları, elbette küre-i arz ve küre-i havâiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir hakikat-i Kur’âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.

Emirdağ Lâhikası, s. 43

Kuddüs: Kusur, eksiklik ve noksanlıktan temiz olan, fazilet ve güzelliklerle övülen, noksanlığı gerektirecek şeylerden son derece münezzeh olan, izzet ve kibriya sahibi Allah.

tevâfuk: Uygun gelme, uygunluk

beşâret-i gaybiye: Gaybdan gelen müjde.

takviye-i iman: İman takviyesi, inancın kuvvetlenmesi.

tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli sır, bilmece.

muammâ: Karışık, mânası zor anlaşılır şey.

muannid: İnatçı, ayak direyen.

ilzam: Susturma.

haşr-i cismanî: Ruhla berabar bedenlerin ve vücutların haşri.

mütemerrid: Dikbaşlılık eden, inatçı.

eczâ: Cüz’ler, parçalar.

küre-i arz: Dünya.

küre-i havâiye: Hava küre, atmosfer.

hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’a ait olan hakikat.

10.06.2008


Lâhikalara muhatap olmak

“Aziz, mübarek, sıddık, sadık, ruhum, canım kardeşlerim,” Bediüzzaman Said Nursî, bir mektubuna bu sözleriyle başlıyordu. Bu sözleriyle acaba ne anlatmak istiyordu?

Said Nursî’nin muhatapları birinci derecede nur talebeleriydi. Hitap cümlelerinde en çok “kardeş(ler)im” kelimesi yer almaktadır. Bu kelimede bir sır, bir tılsım saklıdır. Bize birisi “kardeşim” dese herhalde daha çok hoşumuza gidecektir. İnsana en yakın kimseler ise onun kardeşleridir. Onların makamları aynıdır. Paylaştıkları yer ortaktır. Bir tarağın dişleri gibidir.

Hitap cümlelerinde en az on beş günde bir defa okunması tavsiye edilen İhlâs Risâlesinde yer alan bir düstura atıf vardır: “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.” Burada Bediüzzaman, kardeşlerinin meziyetleri ile iftihar etmektedir. Kardeşler arasında fani olmak “tefânî” kelimesi ile özetlenir. Tefani, “kendi hissiyât-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.”1

Yakından başlarsak Üstada göre kardeşleri azizdir, mübarektir, sıddıktır, sadıktır, ruhu gibi sever, canı gibi değerlidir. Bu cümlede hem duâ, hem temenni vardır. O, kardeşlerine bu sıfatları taşımaları için duâ ediyor ve öyle olmalarını istiyor. Nur talebeleri açısından bakılırsa, ya öyledirler, ya da öyle olmaya çalışacaklar demektir. Her Nur talebesi kendisine Üstadları tarafından verilen sıfatlara lâyık olmaya çalışmışlardır. O sıfatları sanki birer unvan ve nişan gibi kullanmışlardır.

İnsanlarla kolay anlaşmanın yolu güzel konuşmaktır. Muhatapları etkilemenin yolu “göze bakıp kalbe hitap etmektir” denilir. İnsan bin kapılı bir saraya benzetilir. O saraya girmek için mutlaka açık bir kapı vardır. Mesele o açık kapıyı bulabilmektir. Açık kapıdan girdikten sonra sarayı ele geçirmek herhalde daha kolay olacaktır.

Bediüzzaman’ın hayatında yer alan isimler veya şahitler kendileri için kullanılan kelime ve cümleler önemli özelliklere sahiptir. Risâlelerde özellikle lâhikalarda geçen bazı cümlelere bir göz atalım:

“Hulûsi Bey, benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim”2

Bediüzzaman’a bu sözü söyleten sebep, genç yaşta vefat eden yeğeni Abdurrahman’dır. Hulusi Bey, Abdurrahman’ın vefatından sonra, aynen onun yerine geçmiş ve o merhumdan beklediği hizmeti, onun gibi ifâya başlamıştır.

Risâlelerde adı değişik sıfatlarla birlikte zikredilen Sabri’ye, Bediüzzaman’ın verdiği bir sıfat Hulusi ile bağlantılıdır. Sabri, “bir Hulûsi-i Sânîdir.” Yani ikinci bir Hulûsi’dir. O, Bediüzzaman’a Hulusi gibi Cenâb-ı Hak tarafından “talebe” ve Kur’ân hizmetinde “arkadaş” tayin edilmiştir.3

“Kardeşim” dediği Hüsrev, Lütfi ve Rüştü’yü, “Sizler—haddimin fevkinde—bir cihette talebemsiniz ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız ve bir cihette muîn ve müşavirlerimsiniz” diyerek taltif etmektedir. “Talebe”, “arkadaş”, “muîn” ve “müşavir” unvanları eski medrese hayatında zor kazanılan makamlardır. Uzun bir çalışmanın sonunda elde edilebilen lütuflardır. Bediüzzaman kendi talebeleriyle istişare etmektedir. Mektubun devamında kendisinin ölümsüz ve hatasız olmadığını şöyle bir örnekle açıklamaktadır: “Aziz kardeşlerim, Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatâsız zannetmek hatâdır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla, insaf odur ki: Bir seyyie, bir hatâ görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir. Hakaike dair mesâilde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünûhat-ı ilhâmiye nev’înden olduğundan, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünkü hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.”4

Hulusi Beye yazdığı bir mektubunda duânın önemine değinmekte ve onun askerlik mesleğine şu sözleriyle vurgu yapmaktadır: “Aziz kardeşim, sizler sabah ve akşam duâmda dâhilsiniz. Siz dahi beni duânızda dâhil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı duâ iledir. Eğer bir adam, dostundan emin ise ki gurura girmez; onu şükre sevk etmek için, tahdis-i nimet nev’înden ona ait bir kısım ihsânât-ı Rabbaniyeyi bahsetse beis yoktur zannederim. İşte, seni gurursuz bildiğim için bu sırrı sana açıyorum. Şöyle ki:

“Ben Sözleri yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilâtı, şuûnât-ı askeriye nev’înde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum, neden böyle yazıyorum? Sebebini bulamıyordum. Sonra hatırıma geldi ki, belki istikbalde şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek en mühim talebeleri askeriyeden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.”5

Lâhikalardan alınacak çok dersler vardır. Bazen bir cümlede, bazen bir kelimede çok şeyler anlatılmaktadır. Bazen lâhikalar risâleleri, bazen de risâleler lâhikaları şerh etmektedir. Aslında külliyat bir bütündür. Birini diğerine tercih etmek mümkün değildir. Her bir risâlenin kendi makamında bir “riyaseti” vardır. Bu durumu Bediüzzaman şu sözleriyle ifade etmektedir: “Ben hangisini okursam ‘En birinci budur’ derdim. Ötekine bakardım, ‘Bu birincidir.’ Daha öbürüsüne baktıkça hayret ederek kat’î kanaatim geldi ki, Risâletü’n-Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Her birinin kendi makamında riyaseti var. Ve bu zamanı tenvir eden bir mucize-i maneviye-i Kur’âniyedir.”6

Lâhikalar da birbirine tercih edilmez. Her bir lâhika mektubu ayrı bir değere sahiptir. Onların da kendi makamında “riyaseti” vardır denilebilir.

Dipnotlar:

1- Lemalar, s. 166

2- Barla Lâhikası, s. 20

3- Aynı eser, s.21

4- Aynı eser, s.97

5- Aynı eser, s. 132

6- Kastamonu Lâhikası, s. 11

Ahmet ÖZDEMİR

10.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır