Risâle-i Nur, istikbali kendisiyle meşgul edecek
Risale-i Nur'un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku küre-i arzca bir itiraz olduğu gibi, bu Emirdağı memleketinde dört ay zarfında yalnız üç Cuma gecesinde--biri leyle-i Regaip, biri leyle-i Miraç, biri de Şaban-ı Muazzamın birinci Cuma gecesinde--rahmetin kesretli gelmesi ve Risale-i Nur'un da serbestiyetinin üç devresine tam tamına tevafuk etmesi, küre-i havaiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur'un da manevi bir rahmet ve yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir.
Ve en latif bir emare şudur ki: Dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, vurdu. Biz, uçurmak için işâret ettik, gitmedi.
Mecbur oldum, Ceylan’a dedim:
“Pencereyi aç; o ne diyecek?”
Girdi, durdu, ta bu sabaha kadar... Sonra odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakikada döndüm, baktım, “Kuddüs, Kuddüs” zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: “Bu misafir niçin geldi?” Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim, o misafir kayboldu.
Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki, Hafız Ali nin kardeşi yanımıza gelmiş.”
Ben de dedim: “Hafız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek.”
Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi, dedi: Hafız Mustafa geldi; hem Risâle-i Nur’un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitaplarımı da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve senin, hem kuddüs kuşunun tâbirini ispat etti—ki, tesadüf olmadığını ispat etti.
Acaba, emsâlsiz bir tarzda hem serçe kuşu acip bir sûrette, hem kuddüs kuşu garip bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve masum çocuğun rüyası tam tamına çıkması, Risâle-i Nur’un Hafız Mustafa gibi bir zâtın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevâfuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimâli var mı ki, bir beşaret-i gaybiye olmasın?
Evet, bu mesele, küçük bir mesele değil; kâinat ve hayvanât ile alâkadardır. Ben Risâle-i Nur’un bir şâkirdi olmak itibarıyla, kendi hisseme düşen bu kâr ve neticeyi, binler altın lira kadar kazancım var kanaat ediyorum. Başka yüz binler Risâle-i Nur şakirtleri ve takviye-i imana muhtaç ehl-i imanın istifadeleri buna kıyas edilsin.
Evet, dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammâlarını hâl ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Miraç ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risâle-i Nur eczâları, elbette küre-i arz ve küre-i havâiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir hakikat-i Kur’âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.
Emirdağ Lâhikası, s. 43
Kuddüs: Kusur, eksiklik ve noksanlıktan temiz olan, fazilet ve güzelliklerle övülen, noksanlığı gerektirecek şeylerden son derece münezzeh olan, izzet ve kibriya sahibi Allah.
tevâfuk: Uygun gelme, uygunluk
beşâret-i gaybiye: Gaybdan gelen müjde.
takviye-i iman: İman takviyesi, inancın kuvvetlenmesi.
tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli sır, bilmece.
muammâ: Karışık, mânası zor anlaşılır şey.
muannid: İnatçı, ayak direyen.
ilzam: Susturma.
haşr-i cismanî: Ruhla berabar bedenlerin ve vücutların haşri.
mütemerrid: Dikbaşlılık eden, inatçı.
eczâ: Cüz’ler, parçalar.
küre-i arz: Dünya.
küre-i havâiye: Hava küre, atmosfer.
hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’a ait olan hakikat.
|