Kantarın topuzunu kaçırmakta üzerimize yoktur. Bizim gibi birkaç istisnai ülkede ordu ülkeyi koruma görevinden başka rejimin de vasisi sayılır. Geçmişte Endonezya bu yönüyle bize benzeyen ülkelerden birisiydi. Michael Rubin gibi neoconlar Türkiye’nin bu yönünü seviyorlar ve çarpık yapısının devamını temsil ettikleri çevrelerin lehine sayıyorlardı. Çok ilginç bir şekilde, muvazzaf subayların 19 Mayıs’ta Cumhurbaşkanının resepsiyonunu bir şekilde boykot ederken tam kadro olarak İsrail’in kuruluş resepsiyonuna katıldıkları görülüyor. Keza Türkiye’deki iç kavganın tarafı ve dolayısıyla tartışmalı hatta menfur bir isim haline gelmiş olan Michael Rubin’in düzenli ve mutad bir şekilde Genelkurmay’ın düzenlemiş olduğu stratejik toplantılara davet edilmesi de yine istifhamlarla dolu. Bence Rubin illa çağrılması gerekiyorsa içeriden de Emin Çölaşan ve Tuncay Özkan gibilerin de çağrılması yerinde olurdu. Maalesef ülkemizde ordunun çifte şapkası var. Bunlardan birisi ülkenin ve sınırların korunması. İkincisi de rejimin niteliğinin korunmasıdır. Bu şapka geçici olarak jüritokrasi olarak anılmaya başlayan yargı organlarına devredilmiş bulunuyor. Birçoğu arada bir işbölümü tasavvur ediyor. Maalesef Türkiye’de rejimin gerçek sahibi olmadığından ikide bir kimi kurumlar veya bu kurumları temsil eden kimi isimler durumdan vazife çıkarıyor. Bu periyotlarla devam ediyor. Zaman zaman durumdan vazife çıkaran kesimlerin bileşkesine derin devlet deniliyor. Bundan dolayı Hüsamettin Cindoruk derin devleti muayyen şartlarda ortaya çıkan refleks olarak değerlendiriyor. Ve bu refleks uyandığında da sözkonusu çevreler müdahale için ordu çevrelerini kışkırtıyorlar.
***
Sözgelimi kavramlarda da ceza yasalarında da hep durumdan vazife çıkartılıyor. Laiklik, demokrasi gibi aslında teknik bir düzenlemedir. Amacı erkler ve güçler arasında ahengi sağlamaktır. Yani hakim değil hakem bir kuraldır. Ama bu ideolojikleştiği oranda hakim bir kural hâline gelmektedir. Böyle olunca da diğer hakları da müsadere etmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü meselesini esastan görüşmesinin temelinde de bu anlayış ve yaklaşım yatmaktadır. Laiklik, devlet kurumları arasında ahengi sağlayacağı yerde ahenksizliğe sebep olmakta ve Batı’da hiç rastlamadığımız bir tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Demokrasi ve laiklik ikilemi. İlişkileri nasıl olacak? Atbaşı mı gidecekler yoksa birisi diğerinin ayağına mı basacak?
***
Anayasa Makemesi, anayasaya tecavüz ederse ne icap eder? Şimdi bu sorunun cevabı aranıyor. MHP Genel Başkanı Bahçeli başörtüsüyle alakalı olarak kabul edilen anayasa değişikliğini CHP’nin başvurusu üzerine iptal etmesi sonrasında mahkeme için ‘çizmeyi aştı’ yorumunu yapmıştır. Bundan dolayı kimileri ‘cüppeli darbe’ ifadelerini kullanırken kimileri de bizzat Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı ihlâl ettiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla İyimaya gibiler bu durumda Mahkeme kararının bloke edilmesini ve askıya alınmasını istemiştir. Kimileri de hadlerini aştıklarını ve durumdan vazife çıkardıklarını ve kendilerine kaynağı anayasada olmayan güç devşirdiklerini ve dolayısıyla yargılanmaları gerektiğini savunmuşlardır. İşte bu noktada insiyatif almak gerekiyor. Hukukçular da kanun üzeri olmadıkları için yasaları ihlâl ettiklerinde kanun onların da yakasına yapışmalı ve haklarında gereken işlem neyse yapılmalıdır. Aksi takdirde, Türkiye periyodik olarak karşılaştığı bu badireleri atlatamaz.
***
Bahçeli de Anayasa Mahkemesi’nin durumdan vazife çıkarmasını Meclis kayyumluğuna benzetmiştir. Meclis kayyumiyeti veya halk kayyumiyeti, ne fark eder? Dolayısıyla millet vesayetlerden birisini seçmekle karşı karşıya kalıyor. Ya darbeler dönemindeki gibi ordu vesayeti ya yargı vesayeti (jüritokrasi)! Yani millet hiçbir şekilde reşit sayılmıyor. Peki milleti reşit saymayanlar gerçekten de kendileri reşit mi? Darbeler dönemi gösterdi ki Türkiye’nin en kötü yönetilen dönemi darbeler dönemi olmuştur. Mesela, PKK’nın ortaya çıkması darbeler döneminin bir mahsulüdür. Müzmin problemlerin tamamı darbeler döneminde yaşanmıştır. 28 Şubat sürecinde Türkiye hem mâli olarak hem de sosyolojik olarak çözülmüştür ve sorumlularından da hiç hesap sorulmamıştır. Mesut Yılmaz, Güven Erkaya’yı danışman alarak ödüllendirirken Çevik Bir’i de aynı şekilde (belki ilk dönemlerde) danışman olarak alan AKP de aynı süreci ve yolu izlemiştir. Halkı cezalandıranlar halkın seçtikleri tarafından ödüllendirilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de demokrasinin caydırıcılığı yerleşmemiştir. Herkes ve her çevre ihlâl ettiğinde yaptıklarının yanına kâr kalacağını bittecrübe görmüştür.
***
Türkiye’de ceza maddeleri de birbirinin yerine ikame edilmektedir. Kaldırılan 163’üncü maddenin boşluğu diğer alakasız maddeler üzerinden giderilmeye çalışıldı. Açık hale gelen oyunun bozulmasının ilk adımı redd-i hakimdir. Son sözü baştan söyleyecek olursak sabiteler ve halkın kaygılarını dikkate almayan ve sadece partiyi, pıtırtıyı ve liderlerinin geleceğini kurtarmaya yönelik bütün çabalar hüsranla noktalanacaktır. Hem milletin meseleleri için bedel ödemeyeceğim diyeceksin hem de kendin için gerilimi tırmandırmaya çalışaksın; bu yol çıkmaz…
12.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|