Heykel’in kehanetleri yerine pekâla kanaatlerinden de söz edebilirdik. Zira kehanet gibi görünen kanaatlerini serdediyor. Heykel, Ortadoğu ve gazetecilik deyince ilk akla gelen birkaç isimden birisidir. El Ahram yazarlarından dostumuz Ahmet Behçet gibi birçok ismin de yetişmesinde önayak olmuş, marka bir isim. Mısırlılar Yahya Hakkı gibi zevata ‘üstadu ciyl’ derler. Yani neslin ve nesillerin üstadı. Fabrika kuran fabrika veya hocaların hocası veya profesörlerin prefösürü deyimi neyse ‘üstad-ı ciyl’ de odur.
Şüphesiz Heykel, asrının şahididir ve iyi ve mahir bir gazetecidir. Bunda kendi yeteneklerinin de payı ve rolü olduğu gibi Nasır’la yakınlığı da rol oynamıştır. Yani birileri elinden tutmuştur. Nazlı Ilıcak kaç defa itiraf etmiştir ki, “Kocam olmasaydı ben gazeteci ve yazar olamazdım...” Belki bizde ancak Abdi İpekçi, Heykel ile mukayese edilebilir. Heykel’in Nasır ile İpekçi’nin Ecevit ile bağları dikkate alınmadan şahsiyetleri çözümlenemez. Bununla birlikte, Sedat döneminde dışlandığından dolayı Heykel’in bu dönemle alâkalı görüşlerinde pek objektif olmadığı söylenir. Belki de tamamen veya kısmen de doğrudur. Zira şahsiyet analizine baktığımızda Sedat’ın Nasır kadar karizması yoktu ama onun kadar riskli ve kendi sonunu da hazırlayan kararlar aldı.
Nasır, Mısır Yargıçlar Kulübü’nde konuşmuş. İlginçtir, Mısırlı Yargıçlar bizdekilerin tam tersine Mübarek rejimine karşı bayrak açan yenilikçi ve açılımcı bir anlayışı temsil ediyorlar. Pakistan’da Müşerref’e kazan kaldıran yargıçlar gibi. Kifayeci yani ‘yeterci’ler. Heykel burada konuşmuş ve Ürdün’de yayınlanan Es Sebil gazetesi yazarlarından Ferec Şelhub’un aktardıklarına göre de kötümser konuşmuş. Eldeki verilere göre hareket ettiğinden dolayı katılmasak da kötümser olmasına hak vermemek elde değil. Heykel, İran Devrimine ideolojik olarak değil konjonktürel biraz da pragmatik olarak bakabilmiştir. Muhtemelen İran Devrimi Nasır döneminde olsaydı ikisi arasında çatallaşma (dichotomy) kaçınılmazdı. Bununla birlikte, Nasır’ın varislerinden Heykel ile Sedat arasındaki dikhotomi (ikilik ve çatallaşma) nedeniyle Heykel İran devrimine sıcak bakabilmiştir.
***
Son Lübnan olaylarını analiz eden Heykel, Arapların Nasrallah’a bir İran uzantısı olarak (İran Mercilerine bağlı olması) bakmalarını yadırgıyor. İsrail’e karşı Hizbullah’ın silâhının korunmasını ve bunun yanında Nasrallah’ın sadece Lübnan’ın değil bütün Arapların parlak yüzü olarak görülmesini savunuyor. Ona sadece İran’la bağlantısı zaviyesinden bakmamalarını öğütlüyor. Keza İran’la ilişkilere de, ABD ve İsrail ile ilişkiler zaviyesinden bakılması gerektiğini savunuyor. Bu bağlamda, Arapların İsrail gibi yaparak İran, Türkiye ve Pakistan ile stratejik ilişkiler kurmasını ve geliştirmesini teklif ediyor. Hatta nükleer bir İran ile yaşamaya alışmaları gerektiğini savunuyor. Carter’ın dediği gibi 150 İsrail nükleer başlığıyla yaşayan ve yaşamaya alışan Arapların 5-10 yıl içinde nükleer silâh üretme kapasitesine sahip olacağı varsayılan İran’la da aynı şekilde birlikte yaşamaya alışmalarını tavsiye ediyor. Bunu hazmedememenin mantıklı olmadığını savunuyor. Elbette son analizleri de Heykel’in fikri ve siyasî gelişimine uygunluk arz ediyor. Aynı şeyleri yani İran’ın nükleer silâhlarıyla birlikte yaşamayı geçmişte SSCB ve ardından Çin’le yaptıkları gibi John Abizaid da ABD açısından savunuyor.
***
Bunun ötesinde, Heykel çok ilginç bir biçimde Filistin meselesinin ABD ve İsrail ekseni tarafından on yıllığına korkunç bir şekilde tasfiye edileceğini ve gelecek 10 yıl için ümitli olmadığını ve onlara kaybedilmiş yıllar olarak baktığını saklamıyor. Onun ifadesiyle Senevat el galeyan yani kaynayan yıllardan kaybedilmiş yıllara uzanıyoruz. Ama sonrasında yeni bir ümidin belirebileceğini söylüyor. Arapların topyekûn bir çöküntü içinde olduğunu söylüyor ve buna ikinci ‘mülük-et tavaif/ derebeylik ve fetret’ dönemi adını veriyor. Analizinde şunları söylüyor: Bir çoklarının inandığının aksine ABD İran’ı vurmayacak ve Gates gibilerinin dediği gibi İran halkını karşısına almamaya özen gösterecektir (ki, Maliki’nin Tahran ziyareti de ABD’nin Irak’ta kalmasına karşılık bu garantiyi vermeye matuftur). Çok ilginç, Heykel ABD’nin Irak’ta 2020 yılına kadar kalacağını öngörmektedir. Genel değerlendirmeye bakıldığında Heykel’in gelecekle alâkalı pesimist bir ruh hali taşıdığı söylenebilir. Aslında, Mahmut Abbas da benzeri kanaatlara sahip. Tuttukları yolun çıkmaz oluşu onları umutsuzluğa sevk eden amillerden birisidir. Tuttukları yol bakış açılarını kilitlemiştir. Diğer yollar kendilerine perdelendiğinden dolayı da ümitlerini kaybetmişlerdir.
Heykel’in stratejik tasavvurlarının aksine Bush’un yeniden ikame etmeye çalıştığı İkinci Churchillizm düzenini yıkacak ve düğümünü çözecek ve bozacak olan Türkiye-Suriye ekseni ve kaynaşmasıdır. Bölgedeki ve dünyadaki bütün stratejik denklemi değiştirecek ve altüst edecek ve Arapların makus talihini yenecek ve değiştirecek olan Şiî yarımayı veya dolunayı veya Şam-Tahran ekseni olmayıp İstanbul-Şam eksenidir. Tarihin akışı, doğrusu ve doğrultusu budur. Buna hazır olun...
09.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|