Üstad Bediüzzaman, İmam-ı Rabbanî’nin kendisine yaptığı “Tevhid-i kıble et,” yani “En âlâ mürşid ve en mukaddes üstad olan Kur’ân’a yönel, onun arkasından git, başkasıyla meşgul olma” tavsiyesine uyduğunu anlatır ve “ilimlerin şahı ve padişahı” olarak nitelediği iman ilmini elde etmenin en kestirme ve selâmetli yolunun Risale-i Nur’da gösterildiğini ifade ederken, bize de şu önemli mesajı veriyor:
“Kur’ân’ın bu zamanın insanına dersi ve mesajı olan Risale-i Nur size kâfidir; ona kanaat edin; başka adreslere nazarınızı dağıtıp bu külliyattan istifadenizi azaltmayın ve geciktirmeyin.”
Bu mesajı ilk fark edenlerden Ali Ulvi Kurucu Tarihçe-i Hayat’a yazdığı önsözde şöyle diyor:
“Bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu ‘Dikkat!’ kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir...” (Tarihçe, s. 17)
Zübeyir Gündüzalp de aynı mânâyı değişik ifadelerle ve farklı bir boyutuyla dile getiriyor:
“Risale-i Nur’a hizmet eden Nurun öyle hakikî talebeleri var ki, onlardan birisine denilse, ‘Risale-i Nur yerine şu kitapları istinsah et de (elle yazarak çoğalt da), Amerikalı milyarder Ford’un servetini sana verelim.’ Risale-i Nur’un satırlarından kaleminin ucunu bile kaldırmadan, o bahtiyar talebe şöyle cevap verecektir:
“ ‘Dünyayı servetiyle ve saltanatıyla verseniz, kabul etmem. Çünkü Cenab-ı Hak, bize Risale-i Nur’un mütalâa ve hizmetiyle tükenmez, bâki bir hazine verecektir. Acaba sizin o dünyevî servetiniz beni mesut edecek midir? Bu şüphelidir. Fakat Rabbimizin ihsan edeceği bâki servet ile hakikî bir saadete kavuşacağımızda şek ve şüphe yoktur...’ ” (Gençlik Rehberi, s. 214)
Telif edilen her yeni risalenin elle yazılarak çoğaltılıp bu yolla teksir edilen kitap sayısının 600 bini bulduğu, Osman Yüksel’e “İman tekniğe meydan okudu” diye yazdıran bu müthiş metodla külliyatın elden ele, gönülden gönüle yayıldığı ilk dönemdeki manevî heyecan ve atmosferi yansıtan bu satırlardaki mânâ ve mesaj, tabiî ki sadece yazma faaliyeti ile sınırlı değil.
Risaleleri dikkat ve tefekkürle okuma bahsinde de aynı mânâ geçerli. Onun için, Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetini fark eden bir insanın külliyata muhatabiyeti, yine Gündüzalp’in veciz ve akıcı ifadelerinde şöyle tasvir edilmekte:
“İnsan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teennî ile (acele etmeden) ve lûgatların mânâlarını öğrenerek, dikkatle okuyabilirseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz. Hem gayet cevval ve faal bir hale gelirsiniz. O kudsî eserleri günlerce okuyabilmenin ilâhî hazzı ile çırpınırsınız.
“Bu gibi kıymeti ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için, beş dakikayı bile boşa gidermezsiniz. Ve hem daima cebinizde, çantanızda Nurları taşımak, okumak, daima okumak için, zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, heyecanıyla, ihtiyacıyla yanacaksınız.” (s. 213)
“Devamlı okumaya, her gün devam ediniz. Kendini tekrar tekrar zevkle ve şevkle okutan bu şaheser külliyatını okudukça anlayışınız ziyadeleşecektir. Anlamanın tek çaresi, Nurlarla başbaşa kalıp, zihnî cehd sarf ederek tekrar tekrar okumak, sevgisiyle payidar olmaktır.” (s. 219)
“O kadar değerli, o kadar kıymettar bir eser külliyatını bir an evvel okumak ve onlardan her gün imanî ve İslâmî gıdalarınızı almak için bütün himmet ve varlığınızla çalışacağınızdan eminim, böyle olmanızı temennî ediyorum. Zira gençlik gidiyor, zamanlar geri gelmiyor.” (s. 220)
Bizler, çocukluğundan beri Üstad gibi çok okumaya meftun bir insan olan ve Nurları tanıdıktan sonra eski kitaplarını bırakıp tamamen risalelerde yoğunlaşan Gündüzalp’in bu heyecanlı tavsiyelerine muhatabiyetin neresindeyiz?
08.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|