Kirazlar dallarındaydı, biz çocukken. Şimdi marketlerin manav reyonlarında.
Ağaçlara tırmanırdık. Şimdi turnikelerden geçiyoruz.
Yıkamazdık. Sanki yıkanmış, yeşil yapraklarla süslenmiş, ağaçlar üzerine servis edilmiş gibi gelirdi kirazlar. Bize düşen koparıp yemekti, o kadar…
Kirazla bizim aramızda bir aracı yoktu. Ama dallar da aslında bir aracıydı, bilirdik. Şimdi poşetler, kirazı tartacak market görevlisi, kasiyer, kredi kartını veren banka ve saire de aracı… Ama biz bu kadar aracı arasında O’nu görmüyoruz çoğu kez.
Eskiden kirazı verdiği için şükrederdik, şimdi şükredersek, kiraz alacak parayı verdiği için şükrediyoruz Allah’a.
Kiraza para vermezdik, vermediğimiz için tartmazdık da. Kiraz yemede üst sınır ya bizim şişen midemiz, ya ulaşacağımız kirazların bitmesi ya da tembelliğimiz olurdu. Şimdi ise kirazın kilogram fiyatı, poşetin doluluk oranı, evdeki nüfus gibi parametrelerin araya girdiği karışık bir hesaplama…
Kirazın dalları ve çekirdeği çöp değildi o zaman. Yerdeki otların içinde bir yer bulurdu kendine ve hiçbir zaman kiraz çekirdeğinden oluşan dağlarımız olmadı bizim. Şimdiyse kiraz çöpleri ve çekirdekleri dolduruyoruz, belirli günlerde gelen çöp kamyonlarına dökülmek üzere, çöp poşetlerimizi.
Kirazımızı kuşlarla paylaşırdık. En tatlı kirazları onlar yerdi. Bizim ulaşamayacağımız yerlerde de kiraz olması, sırf onları da düşünen Biri olması yüzündendi sanki. Şimdiyse marketlere kuşları almıyorlar, paraları yok diye. Oysa en iyi kiraz eksperleridir kuşlar.
O zamanlar kiraza insan elinin karışım oranı tartışılmazdı. Zira kiraza değen tek insan eli, onu yemek üzere hareket eden eldi. Bütün kirazlar organikti, ama bizim bundan haberimiz yoktu. Kuşların, hatta kirazların haberi olmadığı gibi…
Herkesin kiraz ağaçları yok belki, ama herkesin hayatında kiraz var.
Çünkü kiraz demek, bahar demek biraz da…
02.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|