Bir şeyi de bilmeyiver be insan!
Bir şeyi de daha önce öğrenmemiş, tecrübe etmemiş, bir yerlerden duymamış, kanıksamamış oluver.
Ne var sanki, üzerindeki o bilgi, tecrübe, yaşanmışlık yükünü bir kenara bırakıp bir süre için hafiflesen.
Rüzgâr estiğinde, yağmur damlası saçlarını ıslattığında, güneş gözlerini kamaştırdığında me-teorolojik bilgi bombardımanına tutmasan bizi!
Rüzgâr yüzüne sanki ilk kez vurmuş, yağmurda ilk kez sırılsıklam olmuş, gölgeni ilk kez görmüş gibi yaşasan.
Çocuk gibi olsan bir süre. Her şeyi ilk tecrübe ettiğin anlara dönsen. Kollarını açıp hangi kimyasalları içerdiğini bilmediğin o havayı çeksen içine. Başına elma düştüğünde, “İyi ki öğrenmişsin” dedirten o fizik kanununu anlatmaya kalkmasan, Newton’dan girip yerçekiminden çıkmasan…
Yer üstü ve yer altı zenginliklerini bir süreliğine aklından çıkarıp, ayaklarının yere değen her bir noktasında hissetsen toprağı. Batan dikenin acısını, kanayan yaranın sıcaklığını yaşasan…
Saate bakmadan tamamlasan bugünü. Akrebi ve yelkovanı unutsan…
Sudaki yansımanda, ilk kez karşılaşmış gibi kendinle tanışsan. Taşın sert ve kuru, suyun yumuşak ve ıslak olduğunu anlasan…
Ölür müsün sanki, bir süreliğine de olsa hiçbir şey bilmeyen, ama hiçbir şey bilmediğini bilen biri olarak yaşasan.
Her yaprak hışırdadığında, her yıldız kaydığında, her nefes alış verişinde kendine, hayata ve zamana dair şaşkınlıkla, merakla dolsan. En iyi hocan, merak olsa. Merak ederek öğrenmeye başlasan pek çok şeyi, yeniden.
Ve öğrendiğin hiçbir şey seni, “Ha o mu? Onun sebebi bu, şunun sonucu bu?” çokbilmişliğine/hiç bilmemişliğine götürmese.
Sebeplere hapsolmanın bilmek olmadığını bilsen.
Bir şeyi de bilmediğini bilsen, be insan!
14.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|