Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Mayıs 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

S. Bahattin YAŞAR

İmkânsız mümkün,mümkün kolay,kolay zevkli



Kendimize dikkat!

Çoğu kez çevremize duvarlar örüyoruz. Bu duvarlara bizi alıştıran da pek çok kez aile büyüklerimiz oluyor.

“Yapamazsın, gidemezsin, gelemezsin, başaramazsın, mümkün değil, imkânsız, asla, kat’a, sen mi?!” gibi sözcüklerle kurulan bu duvarları aşmak çok da kolay değildir.

Küçük yaşlardan itibaren, bu sözcükleri duyarak büyürüz. Artık onlar kulağımıza küpe olmuştur. Hatta çoğu zaman onların üzerine gitme konusunda cesaretimiz bile oluşmaz. Çünkü onlar bizim için tabulaşmıştır. Onlar üzerine tartışmaya bile girişmeyiz. Onlar hakkında kabuller gerçekleştirmişizdir.

1000 olumsuz emre karşı, 1001

olumlu emir, tortuyu çözecektir

Bir de tabiî bu sözcüklerin emir kipinde olanları var: “Yapma, gitme, gelme, kırma, dökme, sevme, kaldırma, indirme, dokunma…” şeklindeki emir sözcükleri, adeta çocuğa, gence, bireye ‘yaşama’ demektedir. Oysa kırmadan, dökmeden, indirmeden, yapmadan hayat nasıl öğrenilecektir.

Bu olumsuz sözcüklere bir müddet sonra bireyin kendisi de inanmaya başlıyor. Gücüne inanılan söz, inanılma oranında kişi üzerinde etkili olmaya başlıyor.

Bu kabulleri tartışmaya açmayınca, onlar için ‘acaba’ demeyince, tartışılmaz birer kural haline geliyor. Oysa gerçekte biz öyle miyiz?

‘Gerçekten başaramaz mıyız, gidemez miyiz, gelemez miyiz, yapamaz mıyız’ bu pek de denenmiş değildir.

Kendimiz hakkındaki, kendimizin kabulleri ile başkalarının bizim hakkımızdaki bize yükledikleri sözcükleri, ön kabulleri tartışmaya açmadıkça, onlar hakkındaki pozisyonumuzu öğrenme imkânımız hiç olmayacaktır.

Aldığımız olumsuz emir telkinlerinden daha çok olumlu emir telkinleri almalıyız ki, olumsuzluk üzerimizden uzaklaşsın. 1000’lerce ‘yapamam’ın yerine 1001’lerce ‘yaparım’ı elde etmeliyiz ki, yapabilelim. Yoksa oluşan olumsuz emir tortusu çözülmüyor.

Güçlü yönümüz, bize kullanmamız için verilen kabiliyetten başkası değildir. Bunu bilmek bir kişisel sorumluluktur.

İmkânsız, acaba imkânsız mı?

Mümkün, acaba kolay olamaz mı?

Kolay, acaba zevkli hale gelemez mi?

Şartları ne olursa olsun, her bireyin kendince oluşturduğu veya zamanla oluşmuş ‘imkânsız’ları bulunmaktadır. Önce bunlar tanınmalıdır. Ve ‘neden imkânsız?’ sorgulanmalıdır. Böylece belki de birey için çizilen, ‘mümkün değil’ler, mümkün olabilecektir. Ama sorgulanmamış bir ‘imkânsız’ gerçekten de imkânsızdır.

Bir imkânsız hatırası

İlk şiir jürisi olarak katıldığım radyo programını unutmuyorum. Canlı yayında iki ben vardı. Stüdyodaki masanın altında bir ayrı kişi, stüdyo masasının üstünde bir ayrı kişi duruyordu. Ayaklarım tir tir titriyordu. Ama üst bölümde ise, oldukça sakin gözüken, hiç heyecanı yokmuş gibi duran bir pozisyon söz konusu idi.

Kullandığım söz hakkının neye hizmet ettiğini de pek anlamamıştım.

Program çıkışı, kendi kendime bir cümle kurdum ve buna inanmıştım. “Haydi oğlum, radyo programı sana göre değil. Git başka işlerle uğraş.”

Benim için artık radyo programı ‘mümkün değil’di, ‘imkânsız’dı.

Bu epeyce bir zaman böyle gitti. Sonraki bir zaman diliminde şair dostum, gel bu akşam radyo programına gidelim, seninle sohbet ederiz dediğinde ilk cümlem, ‘mümkün değil, imkânsız’ olmuştu. “Tamam gel, ama konuşma, bana arkadaşlık et.” deyince kabul ettim.

Radyoya gittik, program başladı. Ben misafir gibi mikrofondan uzak bir kenarda oturuyordum. Şair, dinleyicilere, canlı yayın olarak benimle sohbet edeceğini anons ettiğinde, başımdan sıcak sular dökülmüş gibi etki etmişti.

Neyse ki kıyısından kenarından başladık. Program oldukça güzel geçmişti. Program çıkışı kendi kendime, ‘afferim oğlum!’ demiştim. Program beğenilmiş olmalıydı ki, katılımlarımız devam etti. Sonra şair programı bıraktığında, stüdyoda, daha önce radyoculuğa ‘mümkün değil’ diyen birisi vardı. Ve artık ‘imkânsız mümkün’ olmuştu.

Şimdi 15 yılı bulan bir programcı bu işi kolaylıkla yapar hale gelmişti. Yani imkânsız mümkün; mümkün kolay’ olmuştu.

Tabiî kolaylıkla yapılan bir iş, artık beraberinde zevki de taşımıştı. Artık zevkle program yapan birisi vardı radyoda.

Neticede “imkânsız mümkün; mümkün kolay, kolay zevkli” idi.

Bir bilgi, kaç duyu organımıza dokunursa, o nispette kalıcı olur.

Bilgiyi bedenin kabullenmesi kolay değildir. Bilgiyi görmek, bir etkidir. Bilgiyi dinlemek bir etkidir. Bilgiye dokunmak bir başka etkidir. Bunun üçünün de olması, kişi üzerinde daha etkilidir.

Bilginin en etkili dokunuşu da, seslendirmektir. Yani bilginin, cümlenin dimağımıza dokunuşunu sağlamaktır. Duyulan bilgi kısa bir zaman sonra silinir. Görülen de öyle. Ama seslendirilen bilgi bir şekilde muhakemeye uğrar. Onun için bilginin muhatabı olan insanlara, bilgiyi öz cümleler halinde seslendirmek gerekmektedir.

Kendi diliyle yaptığı telâffuza beyin daha çabuk ilgi gösteriyor. Onu gerçekleştirmek için adeta beden fonksiyonlarını seferber ediyor.

Haydin o vakit, şu yukarıdaki cümleyi yüksek tonda sesle seslendirelim; imkânsız mümkün; mümkün kolay; kolay zevkli…

Sorunlara karşı ‘neden’ değil;

‘nasıl’ yaklaşımı içinde olmak

Bütün icatlar, keşifler; ‘mümkün değil’lerle dalga geçilmesi sonucudur. Üzerine gidilmeyen bir ‘mümkün değil’, gerçekten mümkün değildir, imkânsızdır. Onlara karşı ‘acaba’lar , ‘nasıl’larla yaklaşılmalıdır.

Bir işi yapamayacağına inanan bir insanın, o işi yapabilmesi imkânı yoktur. O zaman önce o işi yapma inancını taşımak gerekmektedir. “Nasıl” sorusu anlamlı bir sorudur.

Evet, mümkün.

Nasıl?

31.05.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.05.2008) - Dirseğimizin altına koyduğumuz kitap kadar parmağımız yukarı kalkar

  (17.05.2008) - Ben kendime, sizin bana baktığınız gözle bakmıyorum

  (10.05.2008) - İlham, ikramdır

  (03.05.2008) - İnsan, namazı kadardır

  (19.04.2008) - İnsanlık köyü Onunla (asm) güzelleşti

  (05.04.2008) - Diplomalı hamallardan çekiyoruz

  (29.03.2008) - Gün ‘ömür’de; ömür ‘gün’dedir

  (15.03.2008) - Korku tahlili

  (08.03.2008) - Her gün/an “özel”dir

  (01.03.2008) - Mânâ-i harfî okulu: Risâle-i Nur Külliyatı

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Zeynep RUHAN

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır