Nerede ise bir asra yakın bir çabaya rağmen dini dışlayan veya ferdin vicdanına gömmek isteyen pozitivist laikçi reform projeler neden tutmamış?
Modern ilim, sekülarizm ve pozitivizm ile, “Allah’ı, dini, mâneviyâtı öldürüp, insanı hürriyetine(!) kavuşturmak” istiyordu. Ama bunun tam tersi oldu: Modern dinsiz yaşama denemesi, başarısızlıkla sonuçlandı.
Türkiye’de de, din reformu, laikçi proje ve devrimler, “pozitivist ve seküler” batılı felsefe doğrultusunda hayata geçirilmek istendi.
Osmanlı ve Türkiye tarihine dâir eserleri bulunan Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw, “Osmanlı Sultanını destekleyenler de vardı, Cumhuriyeti isteyenler de. Laikler de, dinî liderler de vardı. Hepsi güçlerini birleştirdi. Bu birlik olmadan Türkler başarıya ulaşamazdı. Millî mücadeledeki bu birliktelik, daha sonra korunamadı. Cumhuriyet toplumsal uzlaşmayı sağlayamadı” diyerek, cumhuriyetin kuruluşundaki devrimlerin “aceleci” bir biçimde yapıldığını ve bunun “hatâ” olduğunu ifâde derek tesbitlerini şöyle sürdürür:
“Bence Atatürk’ün yaptığı hatâ, Türk milletine yeni bir hayat tarzını, farklı grupların çıkarlarının ne olduğu konusunda yeterince danışmadan zorla kabul ettirmeye çalışmasıydı. Bu durumun sonunda şiddete sebep oldu. Bu değişiklikler, millete daha ağır bir süreç içinde tanıtılabilseydi, bu reformlar bugün şiddet düzeyine varan sonuçlar doğurmayabilirdi.”
İsrail Ankara eski Büyükelçisi Zvi Elpeleg, ülkemizdeki üç yıllık görevinin sonunda, İsrail’e dönerken bu noktayı şöyle ifâde etmişti: “M. Kemal’in projesinin tamamlanmadığını düşünüyorum... Daha eşit ve daha âdil bir toplum projesi oluşturamadı. M. Kemal, yolsuzluktan arınmış, nepotizmden uzak bir toplum yaratamadı.”1
Avusturyalı Sosyolog Barbara Push da, “Türkiye’de çok garip karşıladığım bir durum da, çökmek üzere bir sistem olmasına karşın, herşeyin hâlâ tıkır tıkır işliyor oluşu. Her yerde bir problem var ama, her şey için bir çözüm yolu bulunuyor”2 yaklaşımıyla aynı görüşü paylaşıyor. Onun henüz kavrayamadığı nokta, İslâm’ın getirmiş olduğu tevhîdî terbiye, eğitim, helâl-haram, itaat-isyan, sevap-günah, sabır, ümit, tevekkül, yardım-iyilik ile âile bağlarının kuvvetli oluşu ve dayanışma rûhunun devam etmesidir. Çünkü bin mütedeyyin ve Cehennem hapsini her vakit tahattur eden adamların idâre ve inzibatı, on namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl bilmeyen ve kısmen serseriliğe alışan adamlardan daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.3
Demek ki, ülkenin birlik, asayiş ve bütünlüğü, İslâmiyetin, Müslümanlığın doğru anlaşılıp yaşanmasına bağlı. Mâdem bu ülkenin yüzde 99’u Müslümandır, öyle ise, onun rûhuna uygun eğitim ve terbiye vermek gerekir. Zîrâ, Peygamberlerin çoğunluğunun doğuda, felsefecilerin batıda gelmesi şu sosyolojik tespitin tatbikini gerektirir:
“Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalpdir, akıl ve felsefe değil. Demek, âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvârî bir iş görmek, İslâmiyetin desâtirini inkıyadla olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuşsa da çabuk ölüp sönmüş.”4
Dipnotlar:
1-Selçuk Gültaşlı, Zaman, 1997.; 2-Yeni Şafak, 8 Eylül 1998.; 3-Asây-ı Mûsâ, Yeni Asya Neşriyat, s. 13.; 4-Mesnevi-î Nûriye, s. 86.
29.05.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|