KUTLU FETHİN 555. YILDÖNÜMÜNÜ KUTLUYORUZ
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta 29 Mayıs’ı idrak etmek
Peygamberimizin, “Konstantin elbet fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzeli komutan ve onun askerleri ne güzel askerlerdir” sözü, Fatih Sultan Mehmed’den önceki bir çok İslâm kumandanı için başlı başına fetih için itici bir unsur olmuştur. Her Müslüman kumandan, müjdelenen kişinin kendisi olması için gayret sarf etmiş, ancak bu büyük müjde Fatih’e nasip olmuştur.
Tarihte değişik milletler tarafından defalarca kuşatılan İstanbul’un fethinin Osmanlılara nasip olması, dahası yukarıdaki kutlu övgüye mazhar olmamız şüphesiz günümüzde de övünç kaynaklarımızdan birisi.
İstanbul, 29 Mayıs 1453 tarihinden 23 Nisan 1920 tarihine kadar Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur. Bu sebeple Türk ve dünya tarihini etkileyen, çağ açıp çağ kapatan bu önemli fethi, her yılın 29 Mayıs günü, aynı coşku ve sevinçle kutluyoruz. Yaşadığımız müddetçe de kutlamaya devam edeceğiz.
Fatih Belediyesi tarafından bu sene 29 Mayıs’ı içine alan hafta boyunca “Fetih Konferansları” adı altında Zübeyde Hanım Kültür Merkezinde bir dizi konferans tertip edildi. İstanbul’un fethinin 555. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Fetih Konferansının açılış konuşmasını Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı yaptı. Konuşmasında Fatih’e ve İstanbul’a sahip çıkılması gerektiğini belirten Ortaylı, kutlamaların İstanbul’un fethine yakışır olması gerektiğini vurguladı.
Ortaylı, Fethin 500. yılında dönemin yöneticilerinin soğuk savaş dönemindeki dış faktörlerin de etkisiyle kutlamalara yeterli ilgiyi göstermediklerini ve bu büyük olayın yeterince idrak edilemediğini dile getirerek dönemin yöneticilerini eleştirdi.
Hiçbir kültür karşısında komplekse kapılmaya gerek olmadığının üzerinde duran Ortaylı, Fatih Sultan Mehmet’in büyük bir mareşal olarak askerlerin piri, münevverlerin piri ve seçkin bir entelektüel olduğunun altına çizdi.
FATİH ÖRNEK ALINACAK İNSANDIR
Tarihçi Ortaylı, “Fatih, garbın ve şarkın dillerini bilmekteydi. Yunanca, İtalyanca biliyor, Farsça ve Arapça şiirler yazıyordu. Onun örneği Rönesans devrinde yoktu. Diğer yandan da mareşaldı. Tüm bu yönleriyle bizim örnek alacağımız insan Fatih’tir” dedi.
Türkiye’nin sayılı tarih uzmanı bilim adamı sayın İlber Ortaylı hocanın bu tespitlerine katılmamak mümkün mü? Fatih, şüphesiz içinde yetiştiği toplumun değerlerini yansıtan büyük ve yeri hiçbir zaman doldurulamamış bir devlet adamıydı. O dönemle ilgili anlatılan çoğumuzun bildiği bir hikâye vardır. Fetih için hazırlık yapan Sultan Mehmed, bir gün tebdil-i kıyafetle sabah erkenden çarşıya çıkar. Bir dükkâna girer bir kilo şeker alır. Ardından bir kilo da sabun ister. Dükkân sahibi, “Ağam ben siftahımı yaptım. Sabunu da yandaki komşu dükkândan al” der. Sultan, öbür dükkâna girer sabunu aldıktan sonra bir kilo yağ ister. O dükkân sahibi de önceki esnaf gibi, “Ağam ben siftahımı yaptım. Yağı da yandaki komşu dükkândan al” der. Sultan Mehmed, diğer dükkâna girip yağı aldıktan sonra başka bir şey ister. O dükkân sahibi de önceki komşuları gibi cevap verir. Sultan böylece dükkânların büyük çoğunu gezdikten sonra şöyle der: “Bu dürüst millet ve bu dürüst esnaf arkamda olduğu müddetçe değil İstanbul’u, dünyayı bile fethedebilirim.”
Kuru kuru hamaset yapmak, tarihteki başarılarla her daim övünmek yerine, tarihten örnek alıp Fatih gibi şahsiyetli yüksek karakterli gençler yetiştirmek için enerjimizi harcamalıyız. Fatih İstanbul’u fethetmek için yanıp tutuşurken, onun içinde yaşadığı millet de en az fatih kadar yüksek karakter sahibi, şahsiyetliydi. Günümüzün esnaf tipini göz önüne getirin, bir de Fatih dönemindeki ticaret erbabını kıyaslayın. Aradaki farkı görün. İstanbul’un Fethi’nde 21 yaşında bir genç olan Fatih’in yaşadığı devrin en önemli 4-5 dili bildiğini dünyayı yakından tanıyan bir münevver genç olduğunu düşünürsek millet olarak, “Nerede yanlış yaptık?” sorusunu kendimize tekrar tekrar sormalıyız. Günümüzde gençliğin ekseriyetinin kısa yoldan köşeyi dönme, baba ve ata mirasını har vurup harman savurma, tamamen haz ve zevk-eğlence peşinde koştuğunu düşündükçe insanın içinin burkulmaması mümkün mü? Üniversite eğitimini tamamlamış, askerlik çağı çoktan gelmiş geçmiş ancak hâlâ işsiz güçsüz dolaşan gençliğimizin hali ortada...
Bir Çin ata sözü diyor ki: “Bir yıllık fayda bekleyen pirinç eksin. 10 yıllık fayda bekleyen ağaç diksin. Yüz yıllık fayda bekleyen insan yetiştirsin.”
Osmanlı işte bu sözün gereğini yaptı. İnsana değer verdi. İnsan yetiştirdi. Asırlara hükmetti. İşte Fatih, İşte Kanuni, İşte Sultan Abdülhamid, İşte Mimar Sinan... Bunlardan sadece bir kaçı. Günümüzde de insan yetiştiren, insana yatırım yapan, milletler terakki ediyor. İnsan sermayesini hakir gören milletler de tedenni ediyor. İşte Almanya. Geçen asrın başında bizimle birlikte I. Dünya Savaşına katıldı. Yenildi. İşgale uğradı. Daha sonra kısa sürede toparlandı. II. Dünya Savaşında yine yerle bir oldu. Ama yetişmiş insan sermayeleri sayesinde tekrar ayağa kalkıp, bugün dünyanın sayılı güçlü devletleri arasındaki yerini aldı. Yine Uzakdoğu’daki Japonya da aynı şekilde II. Dünya Savaşında atılan atom bombalarıyla yerle bir oldu. Bugün Japon dünyanın süper devletleri arasında. Makinaları, teknolojiyi yapan insan. Yeter ki insana gereken değeri verelim. Meşhur bir söz var, “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin!”
Öte yandan fetihte kılıç kadar kalemin de büyük rolü vardır. Maddî gücün yanında manevî destek de önemlidir. Fatih hocalığıhı yapan Akşemseddin sayesinde Fatih olmuştur,
İstanbul’un fethi, hem Türk tarihi, hem de dünya tarihi için önemli bir olaydır. Türk tarihi için önemi İstanbul’un fethiyle, Osmanlıların, Balkanlar’daki ilerlemelerine engel olacak hiçbir gücün kalmamasıdır. Avrupa’da ilerleyişini sürdüren Osmanlı Devleti, büyük bir imparatorluk haline gelmiştir. Dünya tarihi bakımından ise, İstanbul’un fethi, Orta Çağ’ın kapanıp Yeni Çağ’ın açılmasına sebep olmasındandır.
Çağ açıp çağ kapatan bir milletin evlâtları olarak tekrar özümüze dönelim. Kendimiz olalım.
Bu vesile ile başta Sultan Fatih olmak üzere bütün şehidlerimizi ve gazilerimizi fatihalarla, şükran ve minnetle anıyoruz. Mekânları cennet olsun.
|
Mustafa GÖKMEN
29.05.2008
|
|
Özürlü ve eski hükümlülere iş fırsatı !
4857 sayılı İş Kanununun 30’uncu maddesinde yapılan değişiklikle işverenlere özürlü ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu getirildi.
İşverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde yüzde üç özürlü, kamu işyerlerinde ise yüzde dört özürlü ve yüzde iki eski hükümlü işçiyi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlü kılındılar. İşe alınmada işyerinin işçisi iken sakatlananlara öncelik tanınacak. İşverenler çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri Türkiye İş Kurumu aracılığı ile sağlayacaklar. Bu sebeple özürlü ve eski hükümlü vatandaşların öncelikle Türkiye İş Kurumuna müracaat etmeleri gerekmektedir. Özürlüler yer altı ve su altı işlerinde çalıştırılamayacaklar. Malûliyeti sebebiyle işinden ayrılmak zorunda kalan işçi, malûliyetinin ortadan kalmasından sonra dilerse tekrar eski işyerinde işe başlayabilecek. Bu durumda işçi aranan şartları haiz olduğu halde işe başlatılmazsa, işe alınma isteğinde bulunan eski işçiye işveren altı aylık ücret tutarında tazminat ödemekle yükümlü olacaktır. Özel sektör işverenlerince çalıştırılan Sosyal Sigortalar Kanununa tabi özürlü sigortalılar ile korumalı işyerlerinde çalıştırılan özürlü sigortalıların sigorta primine ait işveren hisselerinin tamamı, kontenjan fazlası özürlü çalıştıran, yükümlü olmadıkları halde özürlü çalıştıran işverenlerin bu şekilde çalıştırdıkları her bir özürlü için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin yüzde ellisi Hazinece karşılanacaktır.
Sigortalı işçinin maaşına devlet garantisi!
İŞ Kanununa eklenen ek bir madde ile sigortalı sayılan işçilerin ücretleri işverenin ödemede acze düşmesi halinde garanti altına alındı. Yeni düzenleme uyarınca İş Kanununa göre sigortalı sayılan kişileri hizmet akdine tabi olarak çalıştıran işverenin konkordato ilan etmesi, işveren için aciz vesikası alınması, iflası veya iflasın ertelenmesi nedenleri ile işverenin ödeme güçlüğüne düştüğü hallerde geçerli olmak üzere, işçilerin iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarını karşılamak amacı ile İşsizlik Sigortası Fonu kapsamında ayrı bir Ücret Garanti Fonu oluşturulacak. Bu kapsamda yapılacak ödemelerde işçinin, işverenin ödeme güçlüğüne düşmesinden önceki son bir yıl içinde aynı işyerinde çalışmış olması koşulu esas alınarak temel ücret üzerinden ödeme yapılacak. Bu ödemeler 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 78 inci maddesi uyarınca belirlenen kazanç üst sınırını aşmayacak. Ücret Garanti Fonu, işverenlerce işsizlik sigortası primi olarak yapılan ödemelerin yıllık toplamının yüzde biri ayrılarak oluşturulacak. Ücret Garanti Fonunun oluşumu ve uygulanması ile ilgili usul ve esaslar ayrıca yayınlanacak bir yönetmelikle belirlenecek.
|
29.05.2008
|
|
İşletme belgesi olmayana işyeri açma izni verilmeyecek
İŞ Kanunun da yapılan değişiklik uyarınca işyerinin açılmasına izin vermeye yetkili belediyeler ile diğer ilgili makamlar bu izni vermeden önce, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca iş mevzuatına göre verilmesi gerekli işletme belgesinin varlığını araştıracaklardır.
Bu belgeye sahip olmayan kişi ve kuruluşlara işyeri açma izni verilmeyecek. Bu düzenleme ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca işletme belgesi verilmemiş işyerlerine belediyeler veya diğer ilgili makamlarca açılma izni verilmesi yasaklandı. İşletme belgesi almadan işyeri açan işverene bin Yeni Türk Lirası idarî para cezası verilecek.
|
29.05.2008
|
|
PRİM BORCU OLAN İŞVERENLERE FIRSAT
Tahakkuk ettiği halde ödenmemiş olan, 2008/Mart ve önceki dönemlere ilişkin sigorta primi, işsizlik sigortası primi, idari para cezası, sosyal yardım zammı ile 31.07.2008 tarihine kadar müracaat edilmiş olması kaydıyla 31/3/2008 tarihine kadar bitirilmiş olan özel bina inşaatı ile ihale konusu işlerden yeterli işçilik bildiriminde bulunulmadığı anlaşılanların fark işçiliğe ilişkin borçları, isteğe bağlı sigortalıların 2003/Mayıs ila 2008/Mart dönemleri arasında isteğe bağlı sigortalılıklarının devam ettiği süre içindeki prim borçları, topluluk sigortasına tabi olanların 2008/Mart ve önceki dönemlere ilişkin malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına ait prim borçları, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa göre sigortalı olanların 31/3/2008 tarihine kadar olan prim ve sosyal güvenlik destek prim borçları, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihi takip eden iki ay içinde yazılı olarak başvurulması kaydıyla, bu maddede belirtilen şartlarla peşin veya yirmidört aya kadar eşit taksitler halinde ödenmesi kolaylığı getirildi.
Buna göre peşin ödeme yolunun tercih edilmesi halinde borç aslının tamamının ve başvurunun yapıldığı ayın sonuna kadar hesaplanan gecikme cezası ve gecikme zammının yüzde onbeşinin başvuru tarihini takip eden bir ay içinde ödenmesi halinde, gecikme cezası ve gecikme zammının kalan yüzde seksenbeşi silinecek. Taksitle ödeme yolunun tercih edilmesi halinde, yukarıda belirtilen borç asıllarına başvurunun yapıldığı ayın sonuna kadar hesaplanan gecikme cezası ve gecikme zammının; oniki aya kadar taksitlendirmelerde yüzde ellibeşi, oniki ayı aşan taksitlendirmelerde yüzde otuzu silinecek. Bulunan tutar, taksit süresine bölünmek suretiyle ödenecek aylık taksit miktarı bulunacak. İlk taksitin ödeme yükümlülüğü başvurunun yapıldığı ayı takip eden ayda başlayacaktır.
|
29.05.2008
|
|
Gençlere iş umudu doğdu! sigorta primleri fondan
İSTİHDAMI arttırma kapsamında yapılan çalışmalardan biri daha sonuçlandı. Buna göre 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük kadınlardan 26.05.2008 tarihinden önceki altı aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında olması şartıyla, 26.05.2008 tarihinden itibaren bir yıl içinde işe alınan ve fiilen çalıştırılanlar için sigorta primine ait işveren hisseleri devlet tarafından karşılanacaktır.
Bu kapsamda işe alınan işçinin sigorta primine ait işveren hisselerinin; a) Birinci yıl için yüzde yüzü, b) İkinci yıl için yüzde sekseni, c) Üçüncü yıl için yüzde altmışı, d) Dördüncü yıl için yüzde kırkı, e) Beşinci yıl için yüzde yirmisi İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır. İşveren hissesine ait primlerin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanabilmesi için işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak 506 sayılı Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna verilmesi ve sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmayan işveren hissesine ait tutarın ödenmiş olması gerekmektedir. Mevcut ve faaliyette bulunan işyerlerinin devredilmesi, birleşmesi, bölünmesi veya nevi değiştirmesi gibi hallerde yeni işe başlama olarak değerlendirilmeyecektir. Mevcut bir işyerinin kapatılarak; değişik bir ad veya unvan ya da bir iş birimi olarak aynı faaliyette açılması veya çalışan sigortalıların bütün olarak devredilmesi halinde, bu işyerleri hakkında yeni düzenleme uygulanmayacaktır.
|
29.05.2008
|
|
Fethin sembolü Ayasofya hâlâ mahzun duruyor
Her 29 Mayıs’ta İstanbul’un fethini, Fatih Sultan Mehmed’i hatırlarız. Çeşitli törenler yaparız. Surlara tırmanırız, Fatih’in türbesini ziyaret ederiz. Konuşmalar yaparız, coşarız. Heyecanlanırız. Peki, o genç sultanın manevi mirasına sahip çıkabiliyor muyuz?
Hz. Peygamber (a.s.m.) asırlar öncesinden İstanbul’un fethedileceğini şu hadis-i şerifi ile müjdelemişti: “İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.”1 Allah Resûlü’nün verdiği müjdeye erişmek için tâ 8. asırdan bu yana İstanbul defalarca kuşatılmıştı. İslâm orduları Arabistan’dan kalkıp şehrin surlarına dayanmıştı bile. Fetih aşkıyla yoğrulmuş Ebu Eyyub el-Ensarî Allah rızası için surların dibinde şehit olmamış mıydı?
Osmanlı Devletinin genç hükümdarı Sultan Mehmed fetih için maddî ve manevî bütün hazırlıklarını tamamladı. Şehri 6 Nisan 1453 tarihinden itibaren kuşatma altına aldı. Kuşatma uzun sürdü. Türkler, Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin mezarının Akşemseddin tarafından keşfini zafer alâmeti olarak saymışlardı. Sultan Mehmed, 26 Mayıs akşamı orduya ertesi gün oruç tutmalarını bildirdi. O gece sabaha kadar tekbirler göklere yükseldi. Ortalıkta bir sessizlik başladı. Çünkü bütün kalpler Allah’a yönelmişti. Şaşkın Bizanslılar bu sessizlikten bir şey anlayamadılar.
Genç hükümdar 29 Mayıs gecesi kalktı. Abdest alıp iki rekât namaz kıldı. Allah’a yalvardı, yalvardı… Seher vaktine kadar dua etti. Allah’tan şehrin fethini nasip etmesini diledi. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) İstanbul’un fethedileceğini, hem de İslâm eliyle fethedileceğini haber veren Hadis-i Şerifini düşündü. Acaba bu ordu Peygamberin senasına lâyık mıydı? Sultan küçüklüğünü hatırladı. Hacı Bayram Veli'ye talebe olmak istemişti de. Fakat o, “Senin hükümdar olman veli olmandan daha hayırlıdır. Git ve hükümdar olmak için çalış” demişti. Hacı Bayram Veli Hazretlerini epeyce düşündü. Kim bilir belki de o, velayet gözüyle Mehmed’in İstanbul’u fethedeceğini görmüştü. Hocası Akşemseddin de onun için az mı çaba harcamıştı?
“Ya Rabbi” diye duaya başladı seher vaktinde: “Peygamberimiz Efendimizin tebşir ettiği Ferman-ı Kudsisinin mânâsına beni ve Sancak-ı Tevhidi yed-i şecaatinde tutan ordumu mazhar eyle ve mâsadak kıl! Yâ İlâhî bir bölük ümmeti yerindirme, düşmanlarımızı sevindirme, bizi muzaffer kıl!”
Çadırın dışında hıçkırıklarla karışık bir ses duyuldu: “Amin …amin!..” Gecenin bu saatinde dışarıda gezinen kimdi acaba? Sultan, çadırından dışarı çıktı. Çimenlerin üzerine oturmuş bir adam önceki duayı tekrarlıyordu: “Ya İlâhî, bir bölük ümmeti yerindirme, düşmanlarımızı sevindirme, bizi muzaffer kıl!”
Padişah sordu: “Orada ne ararsız, kimsiz?” Genç adam oturduğu yerden kalktı: “Ulubatlı Hasan kulunuzum. Seni muzaffer kılması için Cenab-ı Hakk’a yalvarırım” dedi.
Padişah kızmadı, yumuşak sesle: “Var istirahat eyle Hasan, yarın cihad günüdür” dedi. Ulubatlı Hasan’ın bir isteği vardı. Onun için çadıra yaklaşma cesareti duymuştu. Zağanos Paşa Hasan’ı ikinci hatta vuruşacak bir müfrezenin başına koymuştu. İlk hatta dövüşmek istediğini bir kaç cümle ile ifade etti. Sultan, “Bunun bir hikmeti var” dedi. Hasan bu hikmeti düşünerek oradan uzaklaştı. Osmanlı Devletinin genç hükümdarı sabah namazını kıldı, kılıcını kuşandı ve çadırından dışarı çıktı. Sultan Mehmed olanca gücüyle şehri fethetmeye uğraşıyordu. Surlar büyük toplarla sanki herc ü merc olmuştu. Ama bir türlü şehir fethedilemiyordu. Sultan Mehmed, hocaları topladı. Durumu müzakere ettiler. Nasıl oluyor da şehir bir türlü alınamıyordu?
Surların arkasında Cibali Baba adında keramet sahibi bir şeyh vardı. Surlara atılan toplar Cibali Baba’nın kerameti sayesinde etkisini göstermiyordu. Böylece fetih de gecikiyordu. Sultan Mehmed artık fazla dayanamadı. Ellerini kaldırdı ve şu sözler dudaklarından dökülmeye başladı:
“Ya Rab, ya bu mecnunun canını al, ya da benim canımı al!” Allah pâdişahın duasını kabul etti. Osmanlı ordusunda “Ya bu surlar üzerinde Ezan-ı Muhammediyi okutturacağım, ya da bu surların önünde şehid olacağım” ruhu hâkim olmuştu. Üzerinde “Lâ ilâhe illallah” kelâm-ı tevhidi yazılı olan mukaddes sancağı surların tepesine dikmek yarışı başlamıştı. Ulubatlı Hasan kalkanını siper ederek yalın kılıç surlara tırmandı. Kendisini 30 kadar asker takip ediyordu. Bunlardan 18’i surlarda şehit düştü. Ulubatlı Hasan ve diğer arkadaşları kahramanca çarpıştı. Ayağının bir taşa takılmasıyla surlardan yuvarlanan Hasan’ın kahramanlığı aşağıda da devam etti. Müdafiler yerlerini terk edip kaçmışlar, dönüşlerinde Hasan’ı surların dibinde görmüşlerdi. Atılan bir okla Ulubatlı Hasan şehid olurken şanlı bayrak elinde duruyordu. Ama Bizans’ın ömrü de artık tükenmişti.
Askerin şehre girmesinden sonra halk, çoluk, çocuk kiliselere sığınıyor ve heyecanla akıbetlerini düşünüyorlardı. Acaba Fatih bunlara ne yapacaktı? Fatih öğle namazını kıldıktan sonra vezirler, hocalar, beylerle birlikte Topkapı’dan şehre girdi. Fatih, İstanbul’u ilim ve imanı mezc ederek fethetmişti. Bir derviş sultanın önüne çıkar, atının dizginlerini tutar: “Oğlum Bizans’ı zaptettim diye mağrur olma! Siz Bizans’ı bizim dualarımızla zaptettiniz” der. Bunun üzerine Fatih, beyaz atı üzerinde elini kılıcının kabzasına götürür: “Haklısınız, doğru söylersiniz derviş baba. Lâkin bunun da hakkını inkâr etmemek lâzımdır. Kılıç imanın pençesi, iman kılıcın koludur” diyerek kılıcını gösterir.
Fatih doğruca Ayasofya’ya gider. Atından iner, şükrane olarak yere kapanır. Bu sırada patrik, papazlar, halk, kadın, çocuk oraya toplanmışlardı. Şehrin güzelliği karşısında takdir duygularını gizleyemeyen Fatih; “Hakikaten bunlar erkek insanlarmış. Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş” der. Ağlayan patrik ve halka susmaları için işaret eder. Patriğe: “Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmed sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum: Bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” der.
21 yaşında kendisine İstanbul’un fethi nasip olan koca Fatih, Ayasofya’nın camiye çevrilerek ilk Cuma namazının burada kılınacağını bildirir. Ayasofya, Bizans devrinde İstanbul’un en büyük kilisesi iken, fetihten sonra şehrin baş camii haline getirilen ve etrafında zamanla bir külliye teşekkül eden mabettir. Fatih, Ortodoks ve Katoliklerin birleşme ayini dolayısıyle Rumların kirlettiğine inanıp uzun zaman terk ettikleri bu büyük mabedi derhal temizletir, tasvirlerden kurtarır ve ilk Cuma namazını orada, bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kılar. Padişah İstanbul’u imar ederken Ayasofya’ya büyük önem verir, pek çok ilim, sosyal yardım ve hayır kurumları arasında bu camiye büyük ve zengin vakıflar bırakır. Vakıf şartlarına saygı göstermeyen, kanunu değiştiren, şartlarını bozan ve iptaline çalışanlar için de, Allah’ın en şiddetli azabına ve lanetine uğramasını diler. Fatih Ayasofya caminin hizmetine 50 kişilik kadro tahsis eder. Fatih’in camiye eklediği minare ve medrese gibi tesislerden sonra halefleri de pek çok ilaveler yaparlar. 1847-1849 tamirinde bugün hayranlıkla seyrettiğimiz Mustafa İzzet Efendinin 7.5 m. çapındaki yuvarlak levhaları asılır. Cumhuriyet döneminde müzeye çevrilirken bu levhalar dışarı çıkarılmak istenir. Ama kapılara sığmaz.
Bediüzzaman yazdığı mektuplarda zamanın iktidarına, “Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır” 2 diyerek yol gösterir.
Bediüzzaman Said Nursî 1953 yılında İstanbul’un Fethinin 500. yıl kutlamalarına katılır. İstanbul’un Fethinin 555. yılını kutladığımız bugünlerde Ayasofya hâlâ mahzundur. Minarelerinde ezan-ı Muhammedinin okunacağı, içinde cemaatle namazların kılınacağı eski azametli günlerini beklemektedir.
1. el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:218.
2. Emirdağ Lahikası, s. 449
|
Ahmet ÖZDEMİR
29.05.2008
|