Avrupa’da doğan ve dine, dindara veya ateistlere nötr kalan; hatta düşünce ve inançların şemsiyesi olan laiklik; ülkemizde âdeta dini ortadan kaldıran bir unsur olarak kullanılmıştı.1 1937’lerde Anayasa’ya konmasına rağmen, 1924’ten sonra tamamen, “dinsizlik” mânâsında, “militan bir laiklik”2 olarak uygulandı.
Fransız İhtilâl-i kebîrinin tesirinde kalan Osmanlı aydınları ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları, bâtıl bir kıyas ile, “Batı laik oldu, dini terk etti, ilerledi; biz de dini terk edelim ve terakkî edelim” mantığıyla hareket ederek, İslâm dinine karşı savaş açtı. Bunu da laiklikle yapacaklardı.
İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, Ocak 1938 yılında, hükûmet başkanına sunduğu raporda, “ihmâl” olmadığını açıkça belirtmişti: “Savaş bize gösterdi ki, İslâm Birliği, imparatorluğun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir. Ne mutlu bize ki, Kemal Atatürk, Türkiye’yi kavmiyetçi ve laik bir çizgiye yerleştirmekle kalmadı, aksine tesirleri çok derin olan reformlar yaptı. Bu reformlar, Türkiye’nin İslâmî tesirini kırdı.”3
Laik-seküler anlayışı hayatın her kademesinde uygulamak isteyen CHP’nin 1947 kongresinde, laiklik; “Laiklik yalnız din ile siyaset arasında bir alâka kurulmaması değil, sosyal hayatın her yönü ile din arasında bir münâsebet kurulmamasıdır” şeklinde yer alır.4 Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, “Biz Avrupa’daki mânâda bir laiklik kabul etmiyoruz, devlet kontrolü olacaktır ve olmasında da fayda ve zarûret vardır”5 şeklindeki sözleriyle CHP zihniyetinin laiklik anlayışını ortaya koyuyordu.
Aslında laiklik, bir idâre şekli ve bir rejim değildir. Ama, Türkiye’de bir rejim gibi algılandı. Dahası, Osmanlı aydınlarının, laiklik olarak ifâde edilen düşünceye buldukları ilk karşılık, “asrîlik”tir.6 Bu kavram, Anglo-sakson geleneğindeki “sekülarizmi” (din dışı, dinsizlik) karşılamaktadır. Asrîlik ilericilik, din ise gericilik demektir. Öyle ise, modernleşmek, yâni asrîleşmek için dini ortadan kaldırmak gerekir! Üstelik liberal değil, “jakobendi.”
Siyasî literatürde laiklik; demokrasinin temel esaslarına aykırı olmamak şartıyla devletin her türlü, inanç, düşünce karşısında tarafsız kalması şeklinde tanımlanır.
Bediüzzaman, laikliğe, bütünüyle sahip çıkmadığı gibi, onu bütün bütün de reddetmez. Yalnızca o da gerçek tanımını yapar: “Lâik cumhuriyet, dini dünyadan ayırmaktır. Yoksa, dini reddetmek ve bütün bütün dinsizlik olmadığını biliyoruz. Lâik mânâsı bîtaraf (tarafsız) kalmak, yâni hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükûmet telâkki ederim.”7 “Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hakimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem, laik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir.”8
Bediüzzaman, Cumhuriyet devrinde laikliğin dinsizlik olarak tatbik edildiğini;9 dinsizliğin (ateizmin) bundan istifade ile kuvvet bulduğunu10 tesbit ederek uygulanan laikliği şiddetle eleştirir.
Dipnotlar:
1- Ali Ferşadoğlu, Gönüllü Kültür Kuruluşları, Yeni Asya Neşriyat, İst., 1995, s. 21.; 2- C. Eroğlu, Demokrat Parti Tarihi, s. 91.; 3- Prof. Zekzuk, s. 94.; 4- Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 3.; 5- Sebilürreşad, Mecliste Anayasa Müsakereleri, c. 13, sayı: 320, Nisan 1961, s. 317.; 6- Age.; 7- Tarihçe-i Hayat, s. 187, 332.; 8- Age, s. 194.; 9- Tarihçe-i Hayat, s. 195.; 10- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 97.
28.05.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|