İnsan olarak, ne kadar âciz ve çaresiz olduğumuzu anlamak için, nazarımızı ruhumuza çevirip kalbimizin hatırını sormak yeterlidir. Kalbimizde binlerce elemlerden gelen feryatları işitecek, ruhumuzda tonlarca yükün ağırlığını hissedeceğiz. Hayat yolculuğumuza kendi akıl fenerimiz ve cüz’î ihtiyarımızla devam ettiğimiz müddetçe, bu ağır yükler ve kederler bizi terk etmeyecektir. O zaman hayat bir azaptan ibaret olacaktır.
Arkamıza baktığımızda, geçmiş hayatımız gözümüzün önüne gelecek. Çekmiş olduğumuz sıkıntılar, geçirmiş olduğumuz badireler, yaşamış olduğumuz acılar, hafızamızın yakasına yapışmış olduğu halde, bize azap vermeye devam edecektir. Neşeli oyunlar ve güzel oyuncaklar arasında geçen çocukluğumuzun çok gerilerde kaldığını, güç ve kuvvet kaynağı olan gençliğimizin bizi terk ettiğini, çok sevdiğimiz annemiz, babamız ve dostlarımızın toprak altında çürüyüp gittiklerini düşünerek, arkamızda ağır bir yükün asılı olduğunu fark edeceğiz.
İleriye baktığımızda, geleceğe dair endişeler, korkular, bizi bekleyen ihtiyarlık, hastalık ve ölüm gibi musibetlerin yolumuzu gözlediğini göreceğiz. Gelecekte fakir düşmek, aç kalmak, perişan olmak, düşkün ve zelil bir vaziyette kimsesiz kalmak endişesi gibi senaryolar da hayalimizin sahnesinde canlanacak. Böylece hayattan dehşet almaya devam edeceğiz. Bu da ağır bir yük olarak ruhumuzun omuzlarında yerini alacak.
Yukarıya baktığımızda başımızın üzerinde durmadan dolaşan sayısız gök cisimlerini, ateşten bir kılıç gibi parlayıp sönen şimşekleri görecek, kalbimizi titreten gök gürültülerini işiteceğiz. Korkuların ağırlığı da kalbimize karabasan gibi çökecek. Bunların karşısında ne kadar âciz olduğumuzu anlayacak, korku ve endişeden geceleri uykularımız kaçtığı gibi, gündüzleri de huzurumuz kaçacak.
Aşağıya baktığımızda, kabir bir ejderha gibi ağzını açmış, bizi yutmak için bekliyor olduğunu göreceğiz. Veya da, bizden öncekilerin düşüp kaybolduğu bir dipsiz kuyu gibi görünecek. Velhâsıl, hangi yöne baksak, vahşet, dehşet, korku ve endişeden başka bir şey göremeyeceğiz. Bütün bu korkuların ağırlığı altında ezilip gideceğiz.
Bu kadar ağırlık altında, bir azap içinde yaşamak mümkün olmadığına göre, bu yükleri kalbimizin ve ruhumuzun omuzlarından kaldıracak bir kaldıraca ihtiyacımız vardır. Ünlü fizikçi Arşimed, “Bana bir istinat noktası gösterin, dünyayı yerinden kaldırayım” demiş. Demek ki istinat noktamız kuvvetli olursa, biz de ruhumuzun ve kalbimizin üzerindeki çok ağır yükleri kolaylıkla kaldırıp, o yüklerin altında ezilmekten kurtulacağız.
İstinat noktası olarak, kendi gençliğine, güç ve kuvvetine güvenenler, bir süre sonra gençliğin de, gücün de ellerinden çıktığını görüyorlar. Kaldı ki, gençliğin gücü de hayatın yükünü kaldırmaya yetmiyor. Parasına, servetine, şöhretine güvenenler, bir süre sonra onları da kaybediyorlar. Yoksulluğun ve yalnızlığın ağır yükü altında ezilmeye başlıyorlar.
Öyleyse, insana öyle bir istinat noktası lâzım ki, ona dayandığı zaman dünyanın ağırlığını kolaylıkla kaldırıp üzerinden atabilsin. Bu istinat noktası ise, Bediüzzaman’ın ifadesi ile, “her mü’mini tek başıyla dalâletin cemaatle hücûmuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî” olabilir. İstinat noktası Allah’a iman olanlar, hiçbir yükün altında ezilmeyecek, hiçbir zorluğun karşısında yılmayacak ve yıkılmayacaktır.
27.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|