Osman Ertuğrul oğlusun / Oğuz Karahan neslisin / Hakkın kemter kulusun / İstanbul’u aç gülzar yap.”
Bu tavsiyeler Osman Gazi’ye ait. Bu satırlarla o oğluna ve onun şahsında gelecek nesline İstanbul’un fethini hedef olarak gösteriyordu.
Tâ Asr-ı Saadetten beri beklenen, Osmanlılarca da peşinde koşulan hülya ve gaye-i hayal edinilen bu müjdeyi, “Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul’u” diyen kararlı ve gözüpek, ömrü boyunca 18 devletle iki imparatorluk fetheden Fatih Sultan Mehmed, 29 Mayıs 1453’te gerçekleştirecekti.
Evet, Osmanlıya nasip olmuştu İstanbul’u gülzar yapmak. Bu fetih, müthiş bir idealin, sarsılmaz bir azmin, dinme bilmeyen bir gayretin ürünüydü. 15. yüzyıl Bizans tarihçisi Dukas, Fatih’i anlatırken geceleri yatağında, gündüzleri makamında oturmadığı, gözüne uyku girmediği, hep İstanbul hayaliyle yaşadığı, İstanbul’u nasıl fethedeceğine dair planlar çizip durduğuna dikkat çeker. Bu idealini gerçekleştirmek için ne yapılması gerekiyorsa onları yapardı bu idealist insan.
Ondaki bu bitmez tükenmez gayret ve ideali gören Bizanslı yazar Kritovoulos, “İhtimal nedir bilmezdi. Maksatlara doğruca ilerlerdi. Satvette, şecaatte, akıl ve zekâda, eski Yunan ve Roma’nın büyük hükümdarları, cengâverleri yanında küçük kalırlar… Bir insan ki, gemileri karadan yürütebiliyor, o bütün dünyaya hâkim olabilir” demekten kendini alamayacaktı.
Mânen de mükemmel donanımlı bu büyük insan çağımızın modern dünyasına dersler verebilecek demokratik bir anlayışın da sahibiydi. Yanında Akşemseddin, Molla Güranî ve komutanlarıyla birlikte Topkapı’dan Ayasofya’ya vardığında korkudan iki büklüm olmuş, ağlamakta olan halk ve din adamlarıyla karşılaşmış, bir papazın yerlere kapandığını gördüğünde, yerden kalkmasını istemiş; onlara can güvenliği vermekle kalmamış, özgürlüklerine dokunmayacağı teminatını vermiş, “Herkes inancında ve bunları yaşamakta serbesttir” demiş ve bunu bütün şehre ilân ettirmişti.
Bir süre sonra da yeni patrik Gennadios’u yemeğe davet etmiş, Bizans imparatorluğu döneminde sahip olduğu batan haklara sahip olduğunu söylemiş, hatta bir at bağışlayıp sarayın kapısına kadar uğurlamıştı. Öte yandan Bizans İmparatoru Konstantin Dragez’in cesedini buldurup imparatora geleneklerine uygun tören yapılmasını sağlamıştı.
Ünlü bilgin Molla Cami, onun bu ve bunun gibi insanî meziyet ve faziletlerine bakıp “Şimdiye kadar taht ve tac sahibi olmuş padişahlar içerisinde onun kadar faziletli ve olgun kim vardır?” diye soracaktı.
Fatih’in bu fethinde şüphesiz azmi, gayreti yanında ilminin de büyük rolü vardı. Her yaptığını ilmî esaslara oturtmuştu. “Dünyayı isteyen ilme, ahireti isteyen yine ilme sarılsın” hakikati onda bütünüyle tecellî etmişti. O aynı zamanda bir ilim aşığıydı. Fatih kütüphanesinde 1929 yılında bir araştırma yapan Prof. Adolf Diesman, çeşitli dillerde 587 eser bulmuş, duygularını ve Fatih’e olan hayranlığını şu cümlelerle dile getirmişti: “Fatih, dünya tarihinde bir dönüm noktası meydana getirmiş, Doğu ve Batının kapısında durmuş, her iki âlemin kültürünü nefsinde toplamış bir insandı.”
Evet, İstanbul fethi Fatih’in ilim, cesaret, dirayet, gayret, azim ve hoşgörüsünün bir meyvesiydi.
29.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|