Halk Partisinin siyaseti dinsizliğe âlet etmesine mukabil, Millet Partisinin mensupları da tutup dini siyasete âlet etmeye çalışmışlardır. Ki, asıl büyük tehlike de buradan çıkmaktadır. Zira, bu tarzdaki siyaset, Halkçıların da işine geliyor. Ellerine bol bol malzeme geçiyor. Bunları da tepe tepe kullanıyorlar. Tıpkı 31 Mart Hadisesinde (1909), Şeyh Said Hadisesinde (1925) ve 28 Şubat Sürecinde yaptıkları gibi...
İktidara gelme şansına sahip olan Millet Partisinin dindar kesimi, esasen İttihad–ı İslâm potansiyelinden istifade ettiği için, bir yönüyle bakıldığında Demokratlarla hemen hemen aynı tarz bir görüntü sergiliyorlar.
Şu var ki, Demokratlar daha ziyade "hürriyetler adına" ortaya çıkıp icraatta bulunurlarken, Milletçiler ise meydana "din adına" çıkma görüntüsünden bir türlü sıyrılamıyor. Bu da, onları ister istemez "dini siyasete âlet etmeye mecbur" bırakıyor.
Risâle–i Nur'dan ziyade tarikat cenahından siyasî destek alan Milletçilerin bir kısmı, aslında Bediüzzaman Said Nursî ile de dost geçinmişlerdir. Eşref Edib, Osman Yüksel, Necip Fazıl, Osman Nuri Köni gibi zatların milliyetçilik yönleri de olmakla birlikte, bunlar samimî dindar şahsiyetlerdir.
Gariptir ki, Üstad Bediüzzaman'ın "iman cihetinde kardeşiz, fakat siyasette değil" dediği bu zatların hiçbiri Demokrat olmadı, olamadı ve hayatlarının sonuna kadar hep Millet Partisinin değişik versiyonları içinde bulundu.
Bu partilerin liderleri, Demokratlara nisbeten daha dindar görünmelerine rağmen, bugüne kadar onlardan hiçbiri çıkıp da meselâ Bediüzzaman'a ve Risâle–i Nur'a olan yakınlığını, dostluğunu açıkça deklare etmiş, edebilmiş değil.
* * *
Demokratlar ise, ekseriyetle hürriyetçidir ve dine taraftardır. Tam dindar olmasalar da, dine hizmet etmekten çekinmezler. Kendileri zarar görseler, hatta idam bile edilseler, yine de dine ve dindarlara zarar vermezler, verdirmezler.
Din adına ortaya çıkmadıkları için, dine zararları dokunmaz. Hürriyetçi ve kalkınmacıdırlar. Milletin tamamını temsil kabiliyetine sahiptirler.
Milletin ekseriyetinden oy alırlar, destek alırlar. Buradan aldıkları kuvvetle icraatta bulunurlar. Hesabı da yine millete verirler.
Halkçılar, normal yollardan ve demokratik usûllerde onları mağlup edemedikleri için, ya darbeye taraf olurlar, ya da oylarını bölmek için türlü dolapları çevirirler.
* * *
Netice itibariyle, bu vatanda iktidar olma şahsına sahip üç parti var: Halk Partisi, Demokrat Parti ve Millet Partisi.
Demokratlar, 1950 ve 1965 seçimlerinde yüzde 50'den fazla oy alarak tek başına iktidara geldiklerini ispat ettiler. Ki, bunun tekerrürü de pekâlâ mümkündür.
Milletçiler 1983 ve 2007'de yüzde 40'tan fazla oy alarak, onlar da tek başına iktidara geldiklerini ispat ettiler.
Halkçılar ise, meselâ 1977'de yüzde 40'tan fazla oy aldığı halde, yine de tek başına iktidara gelemedi. Ancak, koalisyonla ve bir takım âlâvere–dalâvere ile muvakkaten iktidara gelebildi.
Bütün bu gelişmeler, esasen Üstad Bediüzzaman'ın yukarıda zikredilen o müstakim tahlillerinin doğruluğunu harika bir tarzda teyid ile tasdik ediyor.
Tarihin yorumu = 29 Mayıs 1453
Kutlu fethin kritik safhaları
Muhtelif milletler ve devletler tarafından tam 29 defa kuşatılmış olan İstanbul, nihayet 29 Mayıs 1453'te Sultan Fatih'in komutasındaki İslâm ordusu tarafından fethedildi.
Bu büyük fetih hadisesinin çeşitli safhaları, merhaleleri var. Bunların bir kısmı rahat aşılmış, bir kısmı ise son derece zor ve kritik gelişmelere sahne olmuştur.
İstanbul'un fethi için, gerekli çalışmalara aylar, hatta yıllar öncesinden başlanmış ve o tarihe kadar hiç yapılmayan, daha doğrusu insanlık tarihinin hiç şahitlik etmediği yeni bazı keşiflere, buluşlara imza atılmıştır. Büyük Şahî toplarının yapılması, havan topunun kullanılması, gemilerin karadan yüzdürülmesi, Haliç üzerinde dubalarla köprü inşa edilmesi, Boğazkesen'in (Rumelihisarı) sür'atle inşâ edilmesi, yürüyen yüksek kulelerin yapılması gibi olağanüstü gelişmeler, hep bu fetih hadisesi esnasında ortaya çıktı.
Bu tarihe kadar yapılan kuşatmaları etkisiz kılan en önemli bir sebep, Bizans tarafından "Rum ateşi" denilen alev toplarının kullanılmasıydı. Suyla sönmeyen, hatta daha da parlayan bu ateş topu, yaklaşan herşeyi yakıp mahvediyordu. İşte, Sultan Fatih'in mühendisliğiyle yapılan uzun menzilli havan topları, hem bu ateş güllesini etkisiz kılıyor, hem de yıkılmaz denilen kalın surlarda büyük gedikler açtırıyordu.
Kuşatmanın en kritik safhalarından birini ise, karadan ve denizden giderek yaklaşan Haçlı ordusu teşkil ediyordu.
Bizans'ın imdadına gönderilen iki Haçlı donanmasından biri Tuna'yı aşarak Karadeniz'e ulaşmış, bir başka donanma ise Ege Denizin'e gelerek karaya asker çıkarmaya hazırlanıyordu.
İşte, bu büyük tehlikenin İstanbul'a yaklaşmasına fırsat verilmeyecek bir zamanlama stratejisinin takip edilmesi icap ediyordu ki, Sultan Mehmet de aynen öyle yaptı. Gerekli bütün hazırlıkları tamamladıktan ve birtakım testleri uyguladıktan sonra, bütün kuvvetiyle yüklenerek Bizans merkezini fethetti. Şayet, bir–iki haftalık gecikme dahi yaşansaydı, İstanbul fethinin de meçhûl bir tarihe kalacağı kuvvetli ihtimal dahilindeydi.
29.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|