Adnan Menderes toprağa verilince,avukatlık cübbemi toprağa gömdüm
Yassıada Duruşmalarında Merhum Adnan Menderes’in avukatlığını yaptınız. Bu nasıl gerçekleşti?
Merhum Menderes ile tanışıyorduk. Yassıada’da iken bana bir mektup yazdı. Üç avukata kendisini savunmamızı istedi. Ben, Hüsamettin Cindoruk ve Burhan Apaydın bu işi üstlendik.
Müvekkiliniz olarak Adnan Menderes’le ilk görüşmenizde neler yaşadınız?
Rahmetli Menderes Beyefendi’yle ilk karşılaşmam şöyle oldu: Bir ikindi vakti Beyoğlu’ndaki Devran Otel’in lobisinde avukat arkadaşlarla otururken, içeriye üç subay girdi. ‘Talat Asal kim?’ diye sordular, ‘Benim’ dedim. ‘Seninle Yassıada’ya gideceğiz. Adnan Menderes’le görüşeceksin’ dediler. Dolmabahçe rıhtımına geldik. Meşhur Lale Motoru’na bindik.
Motora girer girmez küfrün ve hakaretin yağmuru yağmaya başladı. Bir “vatan haini”ni savunduğum için ben de vatan haini olmuştum. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı savunduğum için hırsızdım, uğursuzdum, namussuzdum. Kadıköy’ü geçtikten sonra deniz öylesine kudurdu ki dalgalar güverteden aşıyordu. Hücumbotlar etrafımızda dolaşıyormuş. Yassıada iskelesine yanaştığımız zaman sırılsıklamdım. O halde elimde çantamla koğuşlardan ayrı olan bir binaya götürüldüm. Akşamın karanlığında içeri girdim, sanıyorum yemek salonuydu. Menderes ve Bayar hariç o binada kalan milletvekilleri o salonda yemek yiyorlarmış. Sonra dört subay geldi, onlar oturduktan sonra Adnan Bey’i getirdiler. El sıkıştık, oturduk. Yüzüme dikkatlice baktı, gözleri ve mimikleriyle beni tanıdığını anlattı. Bir subay ‘Görüşme süresi yarım saattir’ dedi. Menderes, subaya döndü, yarım saatte ne konuşabileceğini anlatmak istedi, bunca zamandır yalnız kaldığını hiçbir şey bilmediğini söyledi. Subay böyle emir aldıklarını ifade etti. Karşılıklı oturduk, subaylar da etrafımıza oturdular. Cebinden Yenice sigarası çıkardı, yaktı. Çok zayıflamıştı, sigaraların birini diğerinden yakıyordu. “Nasılsınız efendim?” diye sordum. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki anlatabilmem mümkün değil. Sonra dudaklarında alaylı bir tebessüm meydana geldi. “Kumandanların sayesinde iyiyim” dedi. Bu sitemi orada bulunan subayların anlayabilmiş olduklarını sanmıyorum. Sonra ailesini, Berin Hanım’ı, Yüksel ve Mutlu Beyefendileri sordu. Merak edilecek bir şey olmadığını teselli maksadıyla anlatmaya çalıştım. Birdenbire gözleri buğulandı ve o buğulu gözlerle bakarken dudakları titredi ve sordu: ‘Aydın nasıl?’ İyi olduğunu ve altını çizercesine güçlü bir sesle, metin olduğunu söyledim. Memnuniyetini hem gözlerinden gördüm, hem de sesinden duydum. Çantamı yerden aldım, masanın üzerine koydum. İçinde açılmış olan dâvâlara ait bilgiler, belgeler vardı. Bir subay “çantayı niye açıyorsun?” dedi, sebebini söyledim. “Çantayı kapat, dosyaya bakman yasaktır” dedi. Birbirimizden yaşlı gözlerle ayrıldık.
Adnan Menderes’in toprağa gömülmesiyle, ben de cübbemi toprağa gömdüm” diyorsunuz.
Hukuka olan güveninizin kaybolmasından dolayı mı avukatlığı bıraktınız?
Nefret ettim. Adaletin, siyasetin oltasına takılmasından nefret ettim. Adalet, adalet olmaktan çıktı. Adnan Menderes mahkûm oldu, asıldı, toprağa gömüldü. Ben de cübbemi toprağa gömdüm. O gün bugün avukatlık yapmıyorum.
12 Eylül darbesiyle de siyaseti bıraktınız değil mi?
Evet, çünkü artık hapishanede, hücrelerde yatmaktan, tehditlerden bıktım. 27 Mayısçılar tarafından hücrede yatırıldım. Eni yarım metre, boyu 1 metre olan bir hücreydi. Yatak yok, yorgan yok... Kimseyle beni görüştürmüyor, konuşturmuyorlar, saatin kaç olduğunu dahi söylemiyorlardı. Ondan sonra Balmumcu Hapishanesine nakledildim. Oradan tahliye edildikten sonra duruşmalara devam ettim. Onun için 1980 yılı 12 Eylül’ünde bunlara tekrar maruz kalmamak için siyaset hayatıma son verdim.
Yassıada duruşmaları sırasında yaşadığınız en ilginç hadise nedir?
İmar Dâvâsı görülüyordu. Onun Genel Müdürü bir kitap yayınlamış, o kitapta Demokrat Parti’nin İstanbul’daki imar faaliyetini methetmiş. O zaman Sosyal Sigortalar Kurumunun bundan kâr ettiğini beyan etmiş. Bu kişi şahitliğe geldi, bir görseniz, tamamen yazdıklarının tersine konuşmaya başladı. Benim elimde kitap var, Başol’dan söz istedim. “Soru soracağım” dedim, izin vermedi. Çünkü biliyor elimdeki kitapta yazılanların anlattıklarını çürüteceğini. “Vereceksin, vermem” derken, öyle bir hal oldu ki beni karga tulumba mahkemeden dışarı attılar ve mahkemeyi bir süre tatil ettiler. Beni dışarı çıkardıklarında, orada Menderes’in odasında muhafızlık yapan bir üsteğmen bana, “Senin müvekkilini asacağız!” dedi. Bunun üzerine ben de lâyık olduğu cevabı ona verdim.
Duruşmalar esnasında sizi askerlik yapmanıza rağmen asker kaçağı olarak tutuklamışlar. Bu hadise nasıl gelişti?
Ben bir dâvânın müdafaası sırasında şöyle söylemiştim: “Güneş batarken gölgeler büyük olur Reis Beyefendi.” Yani, siz benim müvekkilimi mahkûm edeceksiniz, ama güneş batmayacak ve gölgeleri büyük olacak mânâsına geliyordu. Ertesi gün gazeteler, “Adnan Menderes’in Avukatı Talat Asal, Menderes’i güneşe benzetti” diye çıkınca, onun ertesi sabah müthiş bir tertibat alınmış ve Yassıada’ya asker yığdırılmıştı. “Gemiden inilmesi yasak” dediler. İnmedik ama “Ne oluyor? Müvekkillerimize bir şey mi oldu? Ada’da isyan mı çıktı?” diye merak ettik. Gelen seyircilerin de gemilerden inmelerine müsaade edilmiyordu. Nihayet gemiye bir subay girdi. “Talat Asal burada mı?” diye sordu. Orada olduğumu söyleyince, “Bizimle gel” dediler. Yassıada’da kule gibi bir yer vardı, Komutanın odasına götürdüler. Ondan sonra vapuru boşalttılar. Sonradan anladık ki, meğer o kadar tedbir benim için alınmışmış. Ben o zaman 54 kilo ağırlığında, incecik, genç bir adamdım. Yassıada Komutanı Tarık Güryay bana, “Sen askerlik yapmamışsın” dedi. “Nasıl olur Tarık Bey, siz Ankara’da karşı karşıya gelirdik. Benim askerlik yaptığımı bilirsiniz” dedim. “Hayır, ben bilmiyorum, burada öyle yazıyor” dedi.
Bana “bekle” dediler, dışarıya çıktım. Beni bir vasıtaya bindirdiler. Meğer o vasıta tank ve top çıkarma vasıtasıymış. Tek başına 54 kilo bir adamı, tank, top çıkartan bir vasıta ile büyük bir gürültüyle götürdüler. Sanki tekrar bir darbe oluyormuş gibi, Büyükada’nın önünde insanlar belirdi. İçinden çıka çıka, elinde bir çanta ile 54 kilo zayıf, siyah dalgalı saçlı bir adam çıktı.
Sonra beni askerlik şubesinde bir yüzbaşının önüne götürdüler. Yüzbaşı, olmadık hakaretler yaptı. “Hırsızların avukatı, namussuz” şeklinde lâflar sarf etti. Bir dövmediği kaldı. Beni bir albayın önüne götürdü. Albay da bana hakaretler yağdırdı. Yüzbaşıya, “Çıkabilirsin ben hallederim” dedi. Yüzbaşı odadan çıktıktan sonra, “Beyefendi affedersiniz, ben Adnan Menderes’in ve onu müdafaa ettiğiniz için zât-ı âlinizin hayranıyım. Ama yüzbaşının önünde böyle yapmaya mecburdum. Onlar ihtilâlci subaylar, lütfen kusuruma bakmayın” dedi.
Sonra beni polislere teslim etti. Polisler resmî elbiselerini değiştirip sivil elbiselerini giydiler. “Sizi resmî elbise ile götürmekten utanırız” diye konuştular.
Ankara’ya telefon edip, benim askerliğimi yaptığıma dair yazı gönderilmesi gerekiyordu. Benim Ankara’ya telgraf çekecek ve telefon edecek param yoktu. Onun üzerine postane müdürü, “Parasını ben vereceğim, Ankara’ya telefon edin” dedi. Ankara’ya telefon ettim. Sonra beni Eminönü karakoluna götürdüler. Yazı gelince nezaretten bıraktılar. Yani, askerlik yaptığım halde yeniden askere almaya kalktılar.
|