Devam eden sancılar, 27 Mayıs’ın bir neticesidir
ADNAN MENDERES'İN AVUKATLIĞINI YAPAN TALAT ASAL: “27 MAYIS OLMASAYDI, TÜRKİYE EN AZ İTALYA KADAR EKONOMİK GÜCE VE SİYASÎ İSTİKRARA KAVUŞMUŞ OLACAKTI. ŞU AN DEVAM EDEN SANCILAR, 27 MAYIS'IN BİR NETİCESİDİR.”
Yassıada’da Demokrat Parti milletvekilleri genel olarak “Anayasayı ihlâl etme” suçundan yargılanıyorlardı. Oysa 27 Mayıs darbesi ile anayasa toptan uygulama dışı bırakılmamış mıydı?
1924 Anayasasına göre milletvekilleri, yaptıkları konuşmalarla, verdikleri oylarla mesul tutulamazlar. Bunun dışına çıkılarak, anayasayı cebren ilgaya teşebbüs fiilinden muhakeme ettiler. 1924 Anayasasının bazı maddelerini kaldırdılar, fakat kaldırılmayan maddelere göre anayasa yürürlükteydi, Millî Birlik Komitesi ona riayet etmedi. Komite, anayasanın tüm maddelerini, bütün hukuk esaslarını ve ahlâk kaidelerini ihlâl etmiştir. Ahlâkla terbiye edilmemiş olan akıl felâkettir. Hukukun bir zaman mahkûm etmediğini ahlâk mahkûm eder. Bunlar hem hukuku ihlâl etmişlerdir, hem de ahlâka mugayir hareket etmişlerdir. Bu itibarla, 27 Mayıs Türk siyasî tarihinin kapkara bir sayfasıdır ve bir rezalettir.
“Yeri göğü değiştirseydik, yine de netice alamazdık. Çünkü mahkeme peşin hükümlüydü” diyorsunuz. Yassıada Mahkemelerinin neticesi önceden belli ise, duruşmalar ne maksatla yapılmıştır?
Rahmetli Adnan Bey hakkında birçok dâvâ açılmıştır, ama benim Menderes’le konuşma müddetim haftada bir gün yarım saat idi. Daha “Merhaba, nasılsınız, iyi misiniz?” demeden yarım saat dolar, Karadeniz Hava Kuvvetlerine bağlı subaylar konuşmayı keserler. Hatta benim tuttuğum notları elimden alırlardı. Bu nedenle tam ve doğru bir müdafaa yapmak vasıl olamamıştır.
Aslında, Yassıada duruşmalarında, pek bilinmeyen bir hukuk rezaleti var. Onu size anlatmak istiyorum. Rahmetli Beyefendi ile dâvâlar için ilk karşılaşmamızda bana sorduğu ilk sual şu olmuştur: “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu değişti mi?” Ben de, “Değişmedi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre muhakeme edileceksiniz” dedim. O da bana, “Değişmiş. Yeni kanuna göre redd-i hâkim talebinde ve tahkikatın genişletilmesi hakkında talepte bulunamayacağız” dedi. Nitekim Başol “Sizi buraya tıkan kuvvet, böyle istiyor” demesine rağmen, redd-i hâkim talebinde bulunamadık. Yani, her vesileyle görüşünü, kanaatini izhar ettiği halde, “Sizi reddediyoruz!” diyemedik.
Ayrıca, tahkikatın genişletilmesine dair yapılan taleplerin hepsini reddettiler. İddia olarak diyorlar ki, “Sen örtülü ödenekten şunu, bunu yapmışsın.” Ben diyorum ki, “Efendim, örtülü ödenekten sarfiyat yapılmamıştır. Onların çeklerini müvekkilim Osmanlı Bankasına vermiştir. Binaenaleyh, Osmanlı Bankasından banka ekstrelerinin istenmesini, tahkikat gelişirse dâvânın uzamasını talep ediyorum.” Netice olarak “Tatbikatın genişletilmesine sebep olduğu için talebin reddine karar verilmiştir” sonucu alındı. Yani, onlar iddiada bulunmuşlar, iddianın yanlış olduğuna dair delil sunmayı bile imkânsız hale getirmişlerdi. Bu itibarla, bu bir hukuk rezaletidir. Müdafaa hakkı tamamıyla elimizden alınmıştır.
Sizin de belirttiğiniz, Salim Başol’un dâvâ esnasında Samed Ağaoğlu’nun bir itirazına karşılık söylediği meşhur “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” sözü var. Bu ifade ne mânâya geliyor ki, bu kadar meşhur oldu?
Merhum Samed Ağaoğlu yapılan uygulamaya itiraz ederek, “Sizin bahsettiğiniz sanıklar, sokaklarda geziyor. Biz ise burada yargılanıyoruz” demiştir. Bu itiraza karşı, Salim Başol da “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” demiştir. Yani Salim Başol, kuvvet ne isterse öyle yaparım demek istiyor. Bu ifadenin mânâsı budur. Nitekim Başol, kararlarını da kuvvet, güç nasıl istediyse öyle vermiştir. Yassıada Mahkemesi muhakeme etmek için değil, mahkûm etmek için kurulmuş bir —güya—mahkemedir. Onun için de ekseriyete mahkûmiyet kararı verilmiştir.
Alparslan Türkeş, darbeden yıllar sonra DP’li milletvekillerini yargılayacak hâkimleri seçerken, sanıklara idam kararını verebilecek hâkimleri tercih ettiklerini, Millî Komite Birliğini dinlemeyip, idam vermeyecek hâkimlerin elendiğini açıklamıştı...
Bu heyeti seçen kuvvet, yani 27 Mayısçılar, kendilerinin emirlerine uygun hareket edecek kişileri seçmişlerdir. Nitekim Samet Ağaoğlu’nun kardeşi Avukat Süreyya Hanıma, hâkimler heyetinden birisi, “Biz kararlara sadece imza attık” demiştir. Yani, hâkim olan kuvvetin emrini tatbik etmişlerdir. Bu kuvvet, Yassıada’da Rahmetli Bayar’a, Menderes’e ve tüm DP milletvekillerine yapılmadık işkence bırakmamışlardır. Tüm bu olanlar nedeniyle, Yassıada, 20. asrın yüz karası olmuştur.
Kitabınızda, 27 Mayıs sürecinde yaşadığınız her şeyi açıklayamayacağınızı belirtmişsiniz. Bunun sebebi nedir?
Çünkü her şeyi söylemeyi istemedim, halen de istemiyorum. Bundan ötesini söylemem doğru değildir. Türkiye’de huzurun bozulmasını, insanların karşı karşıya gelmesini istemiyorum.
Çok daha ağır muameleler, işkenceler cereyan etmiştir. Bu itibarla, yarayı bir kat daha deşmeyi, yaranın üzerine tuz basmayı arzu etmediğim için böyle söylüyorum. Kitabımda anlatılanlardan daha vahim değil, çok daha vahim hâdiseler cereyan etmiştir. Bu nedenle huzuru bozmamak için, insanların birbirlerine karşı düşman hissine kapılmamaları için söyleyemiyorum.
Son olarak, 27 Mayıs’ın getirileri, götürüleri ne olmuştur?
Benim siyaset literatürüne giren 27 Mayıs’la ilgili bir teşhisim vardır. 27 Mayıs Türk siyasî tarihinin kapkara bir sayfasıdır. Bunun neden böyle olduğunu anlamak için, tarihin diğer sayfalarına bakmak gerekir. Demokrat Parti, sıradan bir hareket değildir. DP, Türk siyasi hayatının gelişmesinin neticesidir. DP’nin iktidara gelişi, birçok siyaset bilimcinin ifadesiyle ‘beyaz bir ihtilâl’dir. 1938’den sonra toplanan Halk Partisi Kurultayı, o zaman İsmet Paşa’yı Millî Şef olarak tayin etmiştir. Orada bir vaziyet meydana getirilmiştir. O da şudur: “Millî Şef’i kimse tenkit edemez, kimse onun aleyhinde konuşamaz.” Bu nedenle 1938-1950 arası, bir istibdat rejimi olmuştur. Bu dönemde, yol vergisi, hayvan vergisi gibi hiçbir dayanağı olmayan, ekonomik hayatı felç eden, insanları fukaralaştıran vergiler konulmuştur. 27 Mayıs Türk siyasî, ekonomik ve sosyal hayatının 50 sene geriye gitmesine neden olmuştur. Bugün 27 Mayıs olmasaydı, Türkiye en az İtalya kadar ekonomik güce ve siyasî istikrara kavuşmuş olacaktı. Şu an devam eden sancılar, 27 Mayıs’ın bir neticesidir. Aslında, 27 Mayıs bir komitenin değil, asker-sivil bürokrasinin, millet iradesine tahammül edemeyişinin neticesidir. Çünkü Türk milleti, 1950 seçimlerinde, millet olma imkânına kavuşmuştur. Asker-sivil bürokrasisi bu zihniyeti reddetmiş bir 27 Mayıs’ın hazırlayıcısı olmuştur. 27 Mayıs’ın bir ürünü olan 1961 Anayasasının bir ibaresinde Adnan Menderes hükümeti için “Meşruiyetini kaybetmiş iktidar” denilmektedir. Oysa 1961 seçimleri göstermiştir ki, Halk Partisi yani 27 Mayıs hareketinin sebepçileri ve yandaşları ekseriyeti bulamamışlar, fakat Demokrat Partinin taraftarı olarak kendini gösteren kuvvet Meclis’te ekseriyeti temin etmiştir. Özellikle de 1965 seçimlerinde millet, 27 Mayıs’ı mahkûm etmiştir.
YARIN:
27 MAYIS ŞAHİTLERİNDEN PROF. DR. YAŞAR KARAYALÇIN
|