DEMİRKIRAT VE “YASLIADA” ARASINDA DEMOKRASİ -1- YIL 1946. Türkiye’de hayat, süren istibdat rejimiyle o derece daralmış ki insanlar bir ferah, huzur kapısı arıyorlardı. Hak ve hürriyetlerin sınırlanmış olması 23 yıldır ihtiyaç duyulan demokrasiye geçiş için karşı konulamaz bir gerekçe olmuştu.
Nihayet Türkiye, insanlardaki bu talebin önünde duramamış ve tek parti idaresinden, çok partili demokrasiye geçiş yapmıştı. Halk Partisi içinden çıkan dört muhalif, Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü, memleketi “Demokrat Parti” ismiyle buluşturmuşlardı. 46 yılında yapılan seçimlerde mecliste muhalefet konumunda olan Demokrat Partililer, 50 yılında yapılan seçimle de büyük bir zafer kazanarak iktidara gelmişti.
Demokrat Parti iktidara gelir gelmez yıllarca yasak konulan manevî değerleri millete istediği şekilde sunması, insanların aradığı huzur ve refah kapısına kavuşmalarını sağlamıştı.
Millet, demokrasi gibi demokrat kelimesine hasret kalmıştı. O dönemde Demokrat Parti’nin ismi de kendi diline çevrilerek, “Demirkırat Partisi” denmeye başlamıştı.
Evet, Türkiye’de demokrasi “Demirkırat”ın atılımlarıyla başlamıştı. Demirkırat, her zaman demokrasinin, özgürlüklerin ve halkın iradesinin peşinde olmuştu. Fakat bu hareket, yıkıcı muhalefetin gayretleriyle kaosun içine çekilmişti. Tarih 27 Mayıs 1960’ı gösterdiğinde, hukuk, halk iradesi ve demokrasi tanklar altında çiğnenerek, bir dönem cebren kapatılmıştı. Demokrat Parti milletvekilleri, Yassıada’ya kapatılmıştı. İnsanlar Yassıada’ya “Yaslıada” ismini vermişlerdi. Halkın “Demirkırat” dediği demokrasi sürecine, “Yaslıada” ile son ve-rilmek istenmişti.
Şimdi yıl 2008, günlerden de 27 Mayıs. Biz de “Demirkırat” ile “Yaslıada” arasında sıkışan demokrasiyi, yaşananları, acıları; bizzat şahitlerinden Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Tevfik İleri’nin Kızı Cahide İleri, yine Tevfik İleri’nin akrabası hukukçu Prof. Dr. Yaşar Karayalçın ve Adnan Menderes’in Avukatı Talat Asal ile konuştuk.
Babanızla aranızda nasıl bir ilişki vardı?
Bizim aramızda, babayla evlât arasında olabilecek saygı ve sevgiye dayalı son derece sıcak bir ilişki vardı. Ağabeylerim farklı dönemlerde Adnan Menderes’in oğlu oldular. Büyük ağabeyimin çocukluk ve ilk gençlik çağı tek parti döneminin çok kesin egemen olduğu zaman dilimine ve harp yıllarına rastlar. Küçük ağabeyiminki de böyle olmakla birlikte, o aynı yaşlarını Türkiye’nin demokrasiye adım attığı, 46 seçimleri, 50 seçimleri gibi tam da geçiş dönemleri şartları içerisinde yaşamıştır. Büyük ağabeyimin 1930, küçük ağabeyimin 1937 doğumlu olduklarını söyleyecek olursam anlatmak istediklerim daha da yerine oturur. Ben de 1946 doğumlu olduğumdan gözlerimi Adnan Menderes’in Başvekillik döneminde açtım ve çocukluğum da o dönemde geçti. Ağabeylerim bir şekilde daha fazla babamla beraber olma imkânını bulmuşlardır. Rahmetli Babam sabah çok erken çıkar, son derece yoğun programı neticesinde gece sofrada da görüşmeler şeklinde bir bakıma çalışmaları devam eder. Bu itibarla, kendisini, yurt içi-yurt dışı geziler de devreye girince, göremediğim, özlediğim zamanlar olurdu. Ancak buna mukabil o bizlere hep zaman ayırmıştır. Ben küçük yaştan itibaren babamı sadece bir baba olarak değil siyasetçi, devlet adamı ve kendim için o yaşlarda bir lider olarak gördüm. Annem ve ağabeylerim de böyle düşünürlerdi. Özellikle 1959-60 yılları arasında yatılı okulda, İstanbul’daydım. O dönemde bir hayli birlikteliğimiz oldu. Özellikle İstanbul’da rahmetli babamla beraber olduğum zaman dilimleri, benim kendisini bir siyasetçi, devlet adamı ve müstesna bir insan olarak çok yakından tanımama sebep olmuştur. Böylece aramızda sıcak ve çok yönlü bir ilişkide oluştu. Zira ben gerek Başbakan, gerek parti genel başkanı, gerek devlet işleri, hükümet icraatları ve parti çalışmaları itibariyle babam rahmetlinin neler yaptığını öğrenmek ve anlamak istemişimdir. Bu beraberlikler de bana epey bir fırsat vermiştir.
O yaşlarda siyasete ilgi duyuyor muydunuz?
Çok. Olduğundan fazla. Bundan dolayı da o yaşta bir çocuğun muhafaza edemeyeceği siyaset ve devlet işleriyle ilgili birçok hatıra benim hafızama nakşolunmuştur. Bunların önemli bir bölümünü de kamuoyuyla paylaştım.
Babanızla aranızda geçen anılarınız arasında en dikkat çekenini anlatabilir misiniz?
Babamla aramda geçen çok acıklı ve hazin anılarım var. Fakat ben burada, 27 Mayıs arefesinde yaşadığım, Türkiye’nin şartlarının daha iyi anlaşılabilmesi ve belki günümüzün yaşanılan olaylarıyla da bir takım paralellikler çizebileceğini düşündüğüm bir anımı anlatmak istiyorum.
23 veya 24 Nisan 1960 günü, hafta sonuydu. Bir gün önce babam beni de almış, sabahın erken saatlerinde Kocaeli/İzmit’te rafineri ve boru fabrikası gibi tesislerin açılış ve temel atma törenlerine gidiyorduk. Yanımda o dönem İstanbul’un belediye başkanı ve Demokrat Parti il başkanı olan rahmetli Kemal Aygün Bey de vardı. Üçümüz 72 plâkalı vilayetin Başbakan’a tahsis ettiği otomobildeyiz. İstanbul’da yapılan yolları, çalışmaları, imar faaliyetlerini görerek yola çıkmıştık. Saraçhane başı civarında yol kazılmış, araba orada çamura battı. Yolda çalışanlar var, sağda solda esnaf ve seyyar satıcılar var. Yani tamamen halk… Adnan Menderes geçecek diye ne bir hazırlık var ne de bir bilgi var… Bir anda orada birkaç yüz kişilik bir topluluk meydana geldi, tanıyıp geldiler. Yardım edelim, arabayı çıkaralım diyenler, sevgi gösterisinde bulunanlar, desteklerini dile getirenler. Bu olay 27 Mayıs’tan 5 hafta öncedir. Ahalinin devrin Başbakanı Adnan Menderes’e olan engin ve hasbi muhabbetinin ve itimadının çok açık bir tezahürüdür. Babam camı açtı, “Aman zahmet etmeyin, çok teşekkür ederim” dedi, kalabalığı selâmladı. Alkışlarla araba hareket etti. Başımı arka tarafa doğru çevirdim. Rahmetli Babam çok mutlu olmuştu, bir hayli de duygulanmıştı. Yanında olan Kemal Aygün Bey’e dönüp, şu sözleri söylediğini işittim: Bak Kemal Bey. Bu millet bizi tutuyor, seviyor ve istiyor. Bu muhalefetin bizimle ve milletle alıp-veremediği nedir? Neye tahammül gösteremiyorlar? Milletin desteği ve itimadı işte apaçık ortada.” diyordu.
Adnan Bey’e halkın desteği hiç bitmemiş sanırım. Hatta 26 Mayıs’ta gittiği Eskişehir’de dahi benzer bir destekle karşılanmış…
Aynen öyle. Ben o anda halk tarafından meydana gelmiş, çok mikro ölçekli ama o günkü kamuoyunun durumunu çok iyi anlatabilecek bir örnek olarak verdim. Yoksa sizin de dediğiniz gibi, 15 Mayıs’ta İzmir’de, takip eden günlerde Manisa ve ilçelerinde ve Eskişehir’de merhum Menderes’in çok büyük kalabalıklarla karşılandığı zaten biliniyor. Hatırlattığınız gibi de olmuştur.
Babanızın başına gelenler o dönemde sizin
dünyanızda nasıl bir tesir yaptı?
Ben kendimi bildim bileli “Bu dünya varsa öbür dünya da var.” inancına sahip oldum. Bu dünyada uğranılan haksızlıklar ve buna bağlı olarak yaşanılan sıkıntılar, çileler, işkencelerin ahirette mükâfatının olacağına inanıyorum. Bu itibarla, rahmetli babamın verdiği en hasbi hizmetlerden sonra böyle bir akıbete uğramasının da onun öbür dünyada Allah tarafından mükâfatına vesile olacağını hep bir iman olarak muhafaza ettim. Herkes çok farklı sebeplerde, çok farklı şekillerde can verebilirler ama asıl önemli olan bir siyaset ve devlet adamının asla unutulmayacak olması ve yapılmasına vesile olduğu eserlerin haşre kadar insanların hayrına olmasıdır. Bir evlât olarak, karşılaşılabilecek çok büyük acılarımı bu tür duygular bir şekilde sarmalamıştır. Bunların önemle altını çizmek isterim.
Devamı var
|