“Kapatama dâvâsı”, “Yargıtay bildirisi” ve ardından gelen “dinlenme skandalı”, gündemdeki bir çok önemli konuyu örtbas ediyor. Hükûmetin “GAP eylem plânı”yla Güneydoğu turu öncesinde toplanan “barış meclisi”nde, “Güneydoğu meselesi”nin bir dizi “ekonomik, sosyal ve kültürel öneri”ye ilâveten “etnik” temelde ele alınması, bunlardan biri…
Türkiye’nin asıl probleminin, bütün ülkeyi kapsayan ciddî bir demokrasi ve özgürlükler eksikliği olduğu açıkken, demokratikleşme, temel hak ve hürriyetlerin yalnız bir bölgenin meselesi gibi gösterilmesi, sapmanın temelini teşkil ediyor.
“Barış meclisi”nin katılımcıları arasında yer alan Hasan Cemal’in ifâdesiyle, “dağa çıkanlar, sonra inenler, hapse girdikten sonra çıkanlar ve Kandil’den dönenler”in anlatımıyla şekillenen “sonuç bildirisi”nin yine “etnik temele dayalı” olması, doğrusu “barışa hizmet”i değil, “ayrışmaya ve kutuplaşmaya” hizmet etmekte.
Oysa demokrasi ve özgürlüklerin bütün ülke için değil, salt “bölge” ve “ırkî” alanla analizi, neticede barışı baltalamakta. Barışı ve kardeşliği değil, ayrılık ve iftirakı körüklemekte; kavgayı kışkırtıp fitneyi ateşlendirmekte. Nevruz olaylarıyla uç verip Doğu’dan Batı’ya baş gösteren sokak hareketleri bunun son örneği…
“Barış Meclisi” sonuç bildirgesinde, özellikle “sosyal ve kültürel öneriler”de Türkiye’deki “farklı kültürler”e vurgu yapılıp “ırkı inkâr”ın önüne geçmek ve kültürlerin birbiriyle iletişimini sağlamak için çözüm olarak “kamusal alanda Kürtçenin serbestçe kullanılabilmesi ve çok dilli resmî hizmet ve siyasî faaliyet” serbestliği isteniyor. “Etnik tanım”la “terör”e karşı “siyasî çözümü” ileri sürülüyor.
Halbuki temel hak ve özgürlüklerin “etnik” zihniyetle “ırkî anlam”da ele alınması, bizatihi “iftirak meyli”ni tahrik, kamplaşmanın sebebi olmakta. Sözü edilen “gettolaşma”ya, kutuplaşmaya itip “tehlikeli ayrışma” tuzağına düşürmekte.
“Kürt dili ve edebiyatının geliştirilmesi, bu topraklar üzerinde kültürün, kültürlerin araştırılması ve geliştirilmesi” başlı başına yapılması gereken akademik çalışmalar. Ne var ki bunun “etnik temelli” tasniflerle kategorize edilerek İslâmla kaynaşan bin yıllık kültür ve irfan zenginliğinin “ırkî eksen” cenderesine sokulması, ayrılık ateşine malzeme olmakta…
Sinsî hedef, “dil” ve benzerî “sosyal ve kültürel haklar” perdesinde “meyl-i iftirak”ı alevlendirmek; geçen asrın başlarında “muhtariyet” denilen “özerklik”, “otonomi” ve benzeri “ayrılık” illetleriyle, “federasyon fitnesi”yle, Kürtleri koparmak olduğu anlaşılmakta…
“Özerklik” talebinin milletin birliğini bozan bir ecnebî oyunu olduğu ortada. Bedüzzaman, “yediyüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur’ân’ın elinde şerefşiâr, bârikâsâ (şimşek gibi) bir kılınç olan Türk milleti” ile “dinî an’anesine sadakati gâye-i hayat bilmiş olan Kürtleri” birbirinden koparma komplosunun bu amaçla kurulduğunu yaklaşık bir asır önce açıklar. (Şuâlar, 515; Âsar-ı Bediiye, İkdam, 7 Mart 1920)
Maksat, Lawrencelerin desîseleriyle Şarkî Anadolu’yu Anadolu’dan ayırmak. Kürtleri Osmanlı ve İslâm câmiasından koparıp, ecnebilerin himâyesinde ve esâretinde “bir millet-i tabie” haline getirmek... Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, aklı başında hiçbir Kürdün taraftar olmadığı “pek mânâsız bir iddia olan Kürdlük dâvâsı” ile İslâmiyetin şiddetle reddettiği “kavmiyet kavgası”nı başlatmak. Asimetrik kışkırtmayla “milliyetçilik / ırkçılık damarı”nı depreştirmek… (Sebil-ür Reşad, 17 Mart 1920)
Anlaşılan, Türkiye’nin Bediüzzaman’ın daha geçen asrın başlarında, “âdem-i merkeziyet” düşüncesine destek veren Prens Sabahattin Beye verdiği ve “hayat ittihaddadır” dersine ihtiyacı vardır… (Âsâr-ı Bediiyye, 434)
Zira “laik-antilaik”, “Alevî-Sünnî” gibi, “Türk-Kürt” kamplaşması, problemi çözmez, daha da derinleştirir. Bu bakımdan çözüm, demokrasiyi, hak ve özgürlükleri bütün Türkiye’nin “sorunu” görmekten geçmekte.
Görünen o ki Bediüzzaman’ın tâ Osmanlı’nın son döneminde ikaz ettiği, ırklara göre siyasî kulüpler ve kavimlere göre partiler kurulması, tahrikin ana etkeni. Çünkü “etnik siyaset”, ayrılık fitnesini tetiklemekte. Ayrılıkçı zihniyetin etnik ve diğer farklılıkları istismar ederek, “dil ve kültürel haklar” paravanında “özerklik” perdesinde “muhtariyet” maskesiyle ülkeyi parçalara ayırması, özellikle Kürtleri perişan edecek bir “proje”. Osmanlı döneminde “muhtariyet”le ortaya atılan ve bugün “özerklik” çıkışıyla seslendirilen saplantının peşinden “bağımsızlık” hevesinin tahrikiyle ülkenin kargaşa ve kaosa sürükleneceği açıktır. Bunda insanımızın ve Kürtlerin hiçbir menfaati yoktur.
Kimsenin fitneyi tahrike hakkı yoktur. Aman dikkat!
31.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|