Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’da “GAP Eylem Plânı”nı açıklarken, “uzun yıllardır konuşulan, ama bir türlü potansiyeli hayata geçirilemeyen kurtuluş projeleri”nden bahsetmesi, dolaylı da olsa son beş yıl dahil hükûmetlerin GAP’taki ihmalinin açık itirafı oldu.
Başbakan, bazı “öncelikli proje” örnekleri vererek, “elle tutulur, gözle görülür bir hızla tamamlamak için düğmeye basıyoruz” diyor. Bundan böyle bu ihmalin olmayacağını anlatıyor. Lâkin bölge halkı ve kamuoyu yine de tedirgin. Bu “paket”in de diğerleri akamete uğramasından endişeli…
Çünkü “finansman kaynağı belirlendiği” ve “somut takvime bağlandığı” söylenen “ayrıntılı plân”ın ne denli sağlıklı işleyeceği endişesi giderilmiş değil. Her an nereye varacağı belli olmayan siyasî belirsizlik ve gittikçe kriz sinyallerini veren ekonominin kaygan zemini, bunun ne denli başarılacağı kaygısını veriyor.
Nitekim Başbakan’ın Lübnan dönüşü açıklamaları, bu hususu açıkça ortaya koyuyor. Uçağındaki “gazeteci milleti”yle sohbetinde, geçen yıl Büyükanıt Paşa’ya “27 Nisan e-muhtırası nedeniyle uğranılan ekonomik kaybı” anlattığının hatırlatılması ve seferki kaybın sorulması üzerine Erdoğan’ın verdiği cevap, bu kritik riskli süreci açıkça deklâre ediyor: “O anlık bir olaydı, yaşandı bitti; ama bu süreç bıçak sırtında devam ediyor. Daha ne olacağı belli değil.” (Hasan Cemal, Milliyet, 27.5.2008)
“Kapatma dâvâsı” ve “Yargıtay bildirisi”nin bu kısa değerlendirmesi, siyaseten ekonomiye uzanan alanda belirsizliğini koruyor. Erdoğan’ın, “Bu yıl 25 milyar dolar küresel sermaye gelebilirdi; ama şimdi dil döküyoruz, iknaya çalışıyoruz” cümlesi bunun ifâdesi…
RESMÎ RAKAMLAR
Gerçek şu ki gittikçe kötüye giden küresel dalgalanma, Türkiye gibi kırılgan ekonomileri vuruyor. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Şimşek’in, “maalesef yurtdışından tedarik şoku yaşadığımız için enflasyon yüksek kalmaya devam edecektir” tesbiti ve peşinen “carî açık 50 milyar dolara varacaktır” ilânı bunun ikrarı.
Merkez Bankası’nın da aynı “tehlike”ye dikkat çekmesi, yetkili ağızlardan resmî rakamlarla ekonominin içine sürüklendiği anaforu ortaya koyuyor. Bu arada birkaç ay önceki elektrik zammından sonra, “artan sıcaklıklar ve barajlardaki su miktarının azalması” sonucu hidroelektrik santrallerden üretilen elektrik sıkıntısı dolayısıyla “otomatik zam”a geçileceği, Enerji Bakanı’nca resmen açıklanması, bunun son örneği.
Bu arada uluslar arası dolar tefecisi George Soros’un, “Hayatımızın en ciddî resesyonu ile karşı karşıyayız” deyip global ekonomik durgunlukla krizi tetikleyen Amerika’daki “Mortgage skandalı”nı Amerikan Merkez Bankası eski Başkanı Greenspan’a yükleyip suçlaması, büyük oyunun içindeki bir başka oyunun bir parçası.
“Bir hedge fonu yöneticisi olarak kamu çıkarlarına hizmet ettiğimi öne süremem; ben para kazanmak için iş yapıyorum” diyen Macar Yahudisi Amerikalı spekülatör Soros’un, kendisini “imaj ve yardım meleği” gibi gösterenleri bizzat yalanlaması bir yana; İngiliz The Daily Telegraph gazetesine söyledikleri, vahâmetin boyutlarını gösteriyor. “Bu dönem zenginliklerin yok edildiği bir dönemdir; daha az insan para kazanacak, kaybedilen para, kazanan paradan az olacak” açıklaması, dünyanın vâhim vaziyetini açığa çıkarıyor…
Soros’un “tesbitleri”, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanı Kemal Derviş’in “tesbitleri”yle aynen uyuşuyor. Ve her ikisi birden, uluslar arası sermayenin para akışının zengini daha zengin edip fakiri daha da fakirleştirdiğini, çarpık “küresel ekonomik düzen”in insanlığı nasıl bir bâdireye sürüklediğinin bir başka açıklaması oluyor…
“YENİDEN IMF” EĞİLİMİ
Görünen o ki “küreselleşme”, zengin-fakir uçurumunu daha da derinleştiriyor. BM’nin araştırmasıyla, dünyanın en zengin ve en yoksul yüzde ikisi arasındaki gelir farkının çıkarcı “küresel ekonomik düzen”le, son 20 yılda 1’30’dan 1’e 80’e çıkması, büyük uçuruma işâret. “Aslında dünya böyle bu durumda olmazsa, içeride belirsizlik yaşanmazsa bizim IMF’nin programına da parasına da ihtiyacımız yok. Uzun dönemde Türkiye için iyimserim ama dünyadaki kritik süreç ve dış dalga beni korkutuyor” diyen Ekonomi Bakanı Şimşek’in, lâfı evirip çevirerek sonuçta, Türkiye’yi yeniden IMF politikalarına bağlaması, işin içyüzünü deşifre ediyor. Şimşek’in “Türkiye’nin riski yükseldiği için ek kribilite ihtiyacı var”la başlayıp, “IMF ile yeni ihtiyatî bir stand-by’la devam etme eğilimindeyiz” sözü, AKP iktidarının yeniden “IMF’li yıllar” niyetini ele veriyor. Kısacası Başbakan Erdoğan’ın“bıçak sırtında, ne olacağı belli değil” dediği, belirsizlikler içindeki riskli, kritik süreç, yalnız Ekonomiden Sorumlu Bakanı değil, herkesi korkutuyor, tedirgin ediyor, ürkütüyor…
Peki Türkiye siyasette ve ekonomide bu riskli, belirsiz sürece nasıl itildi?
30.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|