Bediüzzaman, “Kalbe ihtar edilen içtimâî hayatımıza âit bir hakîkat” başlıklı lâhika mektubunda, Türkiye’deki dört temel siyasî zihniyetin tahlilini yapar.
“Demokratlığı”, “memuriyet, emirlik, reislik değil, millete hizmetkârlıktır” hadis-i şerifiyle açıklayıp, İslâm’ın temel yasasına dayandırarak kuvvetin kanunda olması olarak tanımlayan Bediüzzaman, bu cihetle “demokratlık” târifini, “hürriyet-i vicdan” ekseninde izâh eder.
“Meşrutiyet” denilen günümüzdeki demokratik cumhuriyeti, “adalet (yargı), meşveret (meclis) ve kanunda inhisar-ı kuvvet (icranın kanun kuvvetiyle iş yapması)” olarak tasrih eder. Demokrasinin zembereğinin “efkârı amme” denilen millet irâdesi olduğunu belirtir. Bu olmadığı takdirde istibdat ve mutlak keyfîliğin hükümferma olacağını, kuvvetin kanun yerinde şahsa geçeceğini ikaz eder. (Emirdağ Lâhikası, 386- 387)
Aslında Bediüzzaman, aynı ikazları daha önce de iktidardaki Halk Partisi’ne yapar. Halkçılara yaptığı tembihin esası da “istibdad”a karşı temel hak ve hürriyetlere riâyete dâvettir. Milletin inanç ve mânevî değerlerine saygıdır. Bediüzzaman bu saygıyı bu ülkede idâreye tâlip bütün siyasî partilerden bekler. Bunu yönetimin bir şartı olarak belirler. Aksi halde maddî ve mânevî barış, huzur ve kalkınmanın sağlanamayacağını bildirir…
Dönemin Halk Partisinin Genel Sekreteri’ne yazdığı mektupta, “Bin seneden beri, âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi (Müslümanların birlik ve bütünlüğünü) muhâfaza eden ve âlem-i beşeriyetin (insanlığın) küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir sûrette kurtulmasına büyük bir vesîle olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri”ne yaptığı tavsiyenin mânâsı budur: “Eski zaman gibi, kahramancasına Kur’ân’a ve hakaik-ı îmâna sahip çıkmazsanız ve doğrudan doğruya hakaik-ı Kur’âniye ve îmâniyeyi tervîce (yükseltip yapışmaya) çalışmazsanız, size katiyen haber veriyorum ve katî hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti (kardeşliği) yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adâvet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâm’ın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimâlîden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek…” (Tarihçe-i Hayat, 437). Bediüzzaman’ın bu tavsiyesini Demokratlar yerine getirmeye gayret ederler. “Milletin inanç ve mânevî değerleri”ne hürmeti esas alarak, çeyrek asırlık tek parti diktasını “birden mağlup ederler.” “İnkılâp kusurlarını üç dört adamlara vermeye” çalışıp, “umûmî harb vesâir inkılâpların icbârıyla (zoruyla) yapılan tahribâtları-husûsan an’ane-i dîniye (dinî gelenek ve esaslar) hakkında tâmire çalışır.” “Millet karşısında gâyet ehemmiyetli vazifesi”ni yerine getirmeye uğraşır. “Hamiyetperver ve milliyetperverler” olarak, tek parti döneminde, cereyan eden “medeniyet hesâbına mukadesâtı çiğneyen usûller”i ıslâha yönelir.
14 Mayıs 1950’de “Demokrat çıkar”; “millet kendi mukadderâtına hâkim olur” daha iktidarı ilk ayında Ezân-ı Muhammedî aslına çevrilir. Başvekil’in, “Türk milleti Müslümandır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin etmesi, onun esâsını ve kâidelerini öğretmesi, Müslüman kalmasının münâkaşa götürmez bir şartıdır. Müslüman çocuğu dinini öğrenmek gibi pet tabiî bir haktan mahrum edilmemek icâb eder” ifadesiyle mekteplere din dersleri konulur. Dinî eğitim öğretime önem verilir. Demokrat Parti ve devamı partilerin iktidarı döneminde, 570’in üzerinde imam hatip okulu, onlarca yüksek İslâm enstitüsü ve ilâhiyat fakültesinin yanısıra yurt sathında binlerce Kur’ân kursunun hizmete açılır. Diyanet’e 80 bini aşkın kadro tahsis edilir. Diğer yandan maddî kalkınmanın temelleri atılır. 1950’de Türkiye’de bir tek termik - hidroelektrik santrali yoktur. Maltepe’de iki tane dizel motoruyla Başkent Ankara’nın elektriği üretilir. Demokrat Parti döneminde barajlar, hidroelektrik santralleri, elektrik ve suyun 40 bin köye ulaştırılması, ülkenin karayolları ağıyla örülmesi, demir çelik fabrikaları, sanayinin gelişmesi ve on yıllar boyunca yüzde 5-6 enflasyonla 7-8 kalkınma, Türkiye’yi zirveye taşır. 27 Mayıs’la engellenen Boğaz Köprüsü ve Keban gibi eserler, bilâhare Adalet Partisi tarafından tamamlanır…
Hürriyetçiliği esas alan ve “Ahrarlar”ın devamı olan Demokratların, “siyasî meslek” ve “misyonları”nca Halk Partisi ve Millet Partisi bünyesindeki siyasî zihniyete ve bu perdede gelen “müthiş cereyanlar”a karşı “siyasetlerince muarız” olarak verdikleri demokrasi mücadelelerindeki başarının sırrı budur. Merhum Menderes’in, 27 Mayıs kanlı ihtilâlinin “gerekçeleri”nden biri olduğu söylenen, Meclis’te Halk Partililere, “Sizin çeyrek asırdır benimsetemediğiniz, millete mal edemediğiniz inkılâpların dayatılmasını bizden beklemeyin” sözü bu anlama işarettir…
Bu bakımdan, 27 Mayıs darbesi, yüzde 57 oy almış, milletin teveccühüne mazhar olmuş bir partiye değil, millete darbedir. Millet irâdesinin hazmedilememesidir. Adaletin, hakkın, hukukun, halkın olmadığı Yassıada Mahkemeleri ve idamlar, tam bir siyasî cinayettir.
27.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|